Derin, Tarık'ın kapısını tıkladı hemen ardından kapıyı açmaya yeltendi.
Kapı kilitliydi. Kapının yanındaki duvara yaslandı ve incelemeye başladı.
Gün ışığını içeri süzen giriş kapısına gözleri arada kayıyordu. Birden
karşıdan Tarık'ın geldiğini fark etti. Belli belirsiz gülümsedi kendince, Derin
için kurtarıcı gelmişti diyebiliriz. Tarık, her daim dertlerini dinleyen, yol
gösteren ve mesleğinden ziyade arkadaş gibi gördüğü biriydi.
Tarık'ın her seferinde daha dün görmüşçesine takındığı doğal tavrı Derin’in
her odaya girişinde rahatlamasını sağlıyordu. Ceketini çıkardı, masanın önünde
her zamanki yerine oturdu. Hal hatır ettikten sonra; Tarık, Derin’e önceki
gelişinden daha iyi göründüğünü söyledi. Evet, öncekine göre kendini iyi
hissediyor olabilirdi ama aslında iyi değildi. Hiç bir zaman iyi değildi.
Derin’in kafasında cirit atan, kuyrukları birbirine değmeyen bin bir tilki
ve milyonlarca soruyla; beraberinde hep aynı cümleleri, benzer kelimeleri
telaffuz ediyordu. Arada kendini anlatıp arada Tarık ile sohbet ediyordu. Kendi
içinde çeliştiği, kendisi dahil dörtlükten, sağı solu dahil edip, eh birazda
zorlarsak altıdan kendini alamıyordu. Maç yapmaya dört kişi kalmıştı.
Rüyada görülenlerin malum olmasından, belki de aynısını birebir yaşamaktan
yorulmuştu. Gördüğü yüzler hakkında duyulan gerçekler günlük yaşantıyı şüphesiz
etkiliyordu. Hayatı bir denklemdi, zordu. Tabi ki her insanın dayanma sınırı
farklıydı bunu da biliyordu. Ancak Derin’e dillendirdiği ve içine gömdüğü bütün
sorunlar bir yük gibi binmişti omuzlarına ve bütün sırlarını sadece kendi
biliyordu. Tarık bir kısmına erişmiş olsa da insan sadece kendisi ile
yüzleşirmiş. Bedenin hissettiğini kalp bilirmiş. Gözün gördüklerini ise
beyin... Ama beynin içindekini de kalpte atanları da bir Allah bir de insanın
kendi bilirmiş. Sırlarının bir kısmına daha Tarık'ı ortak etti. Tarık'ın
iyiliğini düşündüğünü bilirdi. Bunca hukukları Tarık’ın ona yol gösterici
taleplerde bulunmasına engel değildi. Derin’den bir rica da bulundu. Mektup yazmasını
istedi. Geçmişini, mutluluklarını, üzüntülerini, kızgınlıklarını,
pişmanlıklarını birer birer yazmasını, rahatlamasını istemişti. Mektup yazmak
bilhassa Derin için çok kolaydı ama sebepsiz olmazdı. Düşündü, yazmaktan
vazgeçti. Önce kabul ettiği, ikna olduğu bir mevzuyu hem de içini bu kadar
dökmek isterken; susmayı yeğledi. Bilinmez bir adresi bulmak, bir postaya evde
bulduğu geçmişten kalan bir zarfı yollamak kolaydı. Ama yazmaya beynin
sinirleri ve kalbin damarları dayanmaz, isyan edebilirdi.
Tarık başka bir yol gösterdi. Karşısında Tarık’ın her lafına bir cevabı
olan Derin’in masum bir çocuk gibi sorgusuz sualsiz kabul edişi, onun kurtuluşu
için son çareydi. Artık Derin ona bir vad verdi. Ahde vefa olmalıydı…
YazarHATUN