24 Mart 2017 Cuma

Bilirsin

Bazen her şeyi yapacak gücü bulursun kendinde:
Her şeyi silebilecek,
Her şeyi kurabilecek.
Sen seni mutlu etmenin büyüsünü bilirsin aslında;
Bir kitapta yazar,
Bir resim gösterir,
Bir söz hatırlatır.

Peşinden milyonlarca düşünce kalakalırsın
Adım atacakken kapıdan, geri dönüşün olur.
Bazen düşünceler bastırır
Beklersin eşikte,
"Eski bir Rus geleneği vardır; yola gidecek yolcu,
kapının eşiğinden dışarı adım atmadan önce birkaç dakika sessiz durur,
geri de bıraktığı eve dağılmış olan ruhunun toparlanıp bedenine girmesini bekler."[1]
Defalarca o eşiğe geçtim evimi terk etmek için,
Senin için yanıma milyonlarca kez ruhumu çağırdım.
Varılacak yer kapı duvar, bilirim.

Kapılar her zaman çalınmazmış,
Her zaman her kapıya gidilmez!
Şimdi kapısına gelinenler bilmeli evini terk etmeyi...
Bu zamanın kalpleri göze almaz cesur olmayı
Ben eski sevenlerdendim.
Kalbimi terk etmeden önce...

Yüce his ilmek ilmek işlenmeyi ister
Feda etmek, koşulsuz sevmek, sevilmek ister.
Şarap gibidir yüce his beklemek ister,
Büyük güne saklar kendini.
Sabır ister
Sabrın yoksa uzun yola
Merakın yoksa varacağın kapıya
Ya da beklerken umudun yoksa kapını çalacaktan
Bırakırsın. Benim gibi.

Kalbimi bıraktım.
Hislerimi bıraktım.
Yaşıyorum.

Gerçekten tam anlamıyla seven kalpler çok az artık...
Sadece gerçek seven kalpler kapıların, duvarların, zamanın, mekanın üstesinden gelebiliyor.
Kimse tam anlamıyla kalbini açmıyor
Kimse yüce hisse nail olmak için çabalamıyor
Mantığını bir kenara koyup kendini atmıyor derin denize...
Sığ deniz herkese ait; derin ise cesurların...
Derin...



 YazarHATUN





[1] Alev ALATLI, “Aydınlanma Değil, Merhamet!”, (2004)

22 Mart 2017 Çarşamba

Fısıltı

Bir fısıltı diledim gecelerce
Diledim Allah'tan
Dinledi gökyüzü, ay, yıldız.
Ağaçlar, çiçekler, çatıdaki kuş eşlik etti.
Yol göstersin istedim.
Sapaklara daldım, dardayım.

Bir fısıltıya kurban ettim ruhumu...
Havaya karışan cümlelerimi anlasın istedim.
Anlasın da bir cevap versin istedim.
Sicim gibi inen yaşlara dur desin;
Araftayken tutup çeksin istedim.

Tüm yüklerimden kurtulmaya bir fısıltı yeterdi
Hürce yaşamam için bana yol göstermeli...
Sızı hissediyorum bedenimde,
Dokunmak istiyorum sızımı dindirecek her şeye.
Bir çiçeğe, bir denize, birde o'na.
Elim varmıyor günah gibi...
Tarif edemiyorum sızıyı
Şekillenmiyor dilimde, sadece acıyor.

Ne hissediyorum bilmiyorum
Bir fısıltı istiyorum.
Yalvarırım bir fısıltı sadece
Çok mu zor gün ışığına çıkmam
Niye duvarsız bir hapishanede ruhum
Yolu bilen de sensin varılacak yeri de
Gerçeği söyleyecek olan da, ne yapmam gerekeni de
Bir tek sen!
Yol göster!
Senden gelen bir parçaya bile ihtiyacım var.
Cana ihtiyacım var yaşamak için...

Kime söylüyorum bunları biliyor musunuz?
Uğruna bütün yanlışlara boyun eğdiğim,
Günahlara koşa koşa gittiğim,
Düşünmeden yoluna düştüğüme bunca haykırışım...




Sadece
Kalbime!


YazarHATUN

20 Mart 2017 Pazartesi

Hata

Hayatta hatalar yapılarak doğrular bulunur.
Hata yaparak yanlış sandıklarının doğru olduğunu anlarsın.
Hatalar büyütür insanı,
Hatalar yaptıkça anlarsın saçma bulduklarının yerinde olduğunu.
Hata yaptıkça öğrenirsin gerçekleri,
Öğrenirsin berraklığın aslını.
Hatalar bir daha doğurur seni hayata,
Bu sefer gerçekten gözlerini açmış olursun gün ışığına.
Ama bir o kadar da gardını almış.
Hatalar olman gereken insanı yaratır.
Çokça yüz tanıman demektir bu;
Çokça düşmen, yine bir o kadar tek başına kalkman demektir.
Canını acıtanlarla kendine duvarlar örüp güçlenmendir sessizce…
Hatalar doğru insanı görmeni sağlar.
Ya da doğru sandıklarınla hata yaptırarak doğruyu çeker sana adım adım…
Hataların anlamlarını yakalaman için zamanın geçmesi gerekir.
şman sandıklarının aslında dostluğunu hatalar öğretir.
Can bildiklerinin yalancı olduğunu,
Asla dediklerinin mümkün...
İnsana zaman şahittir.
Söylenen bir cümle, yazılan bir yazı şahittir gerçeklere...
Gerçeğe aşık bir insan korkar mı kapının önündeki gerçeklerden?
Her an çalmaya hazırlar kapıyı.
Şimdi sebepsizce suskunlar,
Korkar insan.
Söyleyeceklerinden, hissettireceklerinden...
Çalmak için kapıyı neyi beklerler bilinmez…
Bir şarkı mı, bir derin söz mü?
Korkar da söyleyemez insan.
Ne bir şarkı söylemeye sesi çıkar;

Ne de derin bir söz söylemeye, bir yazı okumaya…


YazarHATUN







17 Mart 2017 Cuma

peki ben


bir kadehin hürmeti ile oturuyoruz karşılıklı
ama kadehle...
sebepsizce üşüşüyor düşünceler aklıma
bir kayayı kaldıracak güç arıyorum kendimde
önümde el yazması kağıtlarım duruyor üç beş tane
kimsenin duymak istemediği şeylerde var
herşeyi değiştirebilecek cümlelerde
Hayatını mahvedeceğim insanlarda var
Hayallerini yıkacağımda...
Yeni bir hayatta kurabilirim bu insanlara
Güzelliklerde sunabilirim gümüş tepside
Aslında benim bir saate ihtiyacım var
Bilemediniz sonsuz bir güne...
saman sarısı kağıtların tavırlı duruşları canımı acıtıyor artık
ellerimin izleri üzerlerinde
mürekkep lekeleride...
yüzük parmağım kesilmiş gibi duruyor kağıtta
sahi bir yüzük neden geçerdi ele?
yerli yersiz altında milyonlarca niyetle takılmış şu alyansların hükmü var mıydı kalpte
yüzüğü parmağına geçirmesi yeter miydi kalbi bir kişiye ait kılmaya
kilit miydi kafes miydi şu halka...
Neydi benim nezdimde...
Evliliğin simgesi diyip geçen dümdüz düşünen kıvrımını yitirmiş düzbeyinler
Peki ben evliyim mesajı verip nefsine ket vuranların simgesi;
Ya da aşık iki bedenin yana yakıla kalptekini göstermelerinin hoş detayı da olabilir.
Evlilik kiminle, neden yapılır?
Ölümüne, karşındakini ve çevredekileri mutlu etmeye söz verilmiş bir evrak parçası değil mi
Her daim bir insanı idare etmeye yemin etmek mi yoksa?
aşamaları güzel eğlenceli; peki içeriği nasıl olursa güzel olur?
frangmanına göre hareket edilmez değil mi bir filmde?
peki hayatta bir film değil midir?
evlilik bir kumar mı?
peki evli miyim ben...

YazarHATUN



2 Mart 2017 Perşembe

Vay Halimize!

      Uzun süredir yazmayı planladığım ancak yoğun hayat temposundan elimin değmediği bir sürü konu vardı. Bugün başlangıç vakti olsa gerek. Hepsi birden dökülür mü ellerimden yoksa böler de mi anlatırım bilmiyorum. Kısa mı uzun bir yazı mı; günlerimi alır mı yoksa bir saatte biter mi bilmiyorum...
      Mesela şu -suriyeliler- deyip böyle bastırarak, küçümseyerek söylemek istediğim bir insan topluluğu var aslında sol görüşlü bir insanımdır ama arada milliyetçi tarafım çok ağır basıyor. Şu ülkede mantığı az buçuk çalışan ve vatanını seven bir insan apaçık şu sonuca ulaşabilir: "Benim ülkemin evladı suriyede savaş içerisinde ölümle yaşam arasında kalıyorken, suriyeli mülteci ülkemin sınırlarında nasıl bu kadar hür ve rahat yaşayabiliyor?". Bu cümle ne denli acı verici değil mi? Senin ülkenin çoçuğu, erkeği gitsin bedeni üç kuruş etmez insanların toprağında onlar için savaşsın en kötüsü can versin. Yine bu üç kuruş etmez insanlar, -belki 'vatansız' demek daha doğru olur çünkü vatanını seven insan burada sürtüp gezmez- senin ülkenin, vatandaşının huzurunu bozsun. Şöyle bir durum yaşamıştım bundan iki sene önce; kadının biri dokundu koluma şöyle bir baktım, kınamak için asla söylemiyorum, ülkemin insanını tenzih ediyorum ki dedim kendi kendime köylü bir abla sanırım dedim. Bana bir kuyumcu kartviziti gösterdi ve İngilizce konuşarak oraya gitmek istediğini, nasıl gidebileceğini sordu. Yüzümün aldığı ifadeyi görmeniz lazımdı o kadar akıcı ve net konuşuyordu ki. Nasıl gidebileceğini tarif ettim sonra yoluna devam etti. Ve bu insanlar çok düzgün başta İngilizce olmak üzere farklı diller konuşan, eğitim konusunda bizden ileri ama bir o kadar da uyanık insanlar. Ülkemde bedava sağlık, eğitim hizmeti alıp sınavsız, üniversitede istedikleri bölümlerde okuyabiliyorlar. En kötü tarafı buna sebebiyet veren ülkemde yüksek mevkili insanlar(!). Ufak bir mevzudan örnek vermek gerekirse Rusya bizden aldığı meyvenin, sebzenin güzelini, kontrolden geçmiş bir biçimde ülkesine alıp beğenmediğini bize geri gönderiyorken; Amerika kendi vatandaşının güvenliğini, rahatlığını öncelik yapıyorken; benim ülkem kendi vatandaşına ikinci sınıf insan muamelesi yapıyor. Ne kadar acı verici!
       Senin ülkenin çocuğu sınavlara girip, iyi bir bölüme yerleşme telaşındayken ve gelecek korkusu yaşıyorken sen el alemin üç kuruş etmez bedenli insanlarını bu ülkede, üniversitelerde nasıl böyle rahatça eğitim almasına izin verirsin! Nasıl onlarla bizi eşit tutmayı bırak, bizi aşağıda kılarsın!
Üstüne üstlük onları bu ülkenin vatandaşı yapıp, her türlü pisliği bu ülkeye sokmaya ne hakkınız vardı! Kendi ülkeleri için askerliğe davet ediyoruz da adamları umurlarında değil. Tabi neden umurlarında olsun ki Türkiye'de bu kadar imkan ve rahatlık varken, canları bu kadar tatlı geliyorken...
      Ne kadar tasvip edilmese bile, Donald Trump'ın yaptığı bazı müslüman ülkelerden Amerika'ya girişleri engellemesi bence güzel bir yaklaşım. Bizim ülkemizi baz alarak konuşursak, şayet laik bir ülke -ki lafta öyle- ise her zaman din ayrı bir boyutta tutulmalıdır. Ayrı tutmak dini değersiz kılındığı anlamına gelmez. Aslında dini siyasetten ve diğer konulardan uzak biçimde yaşamak onu yüceleştirir. Ve dini politikaya alet edildiği için suriyeliler Türkiye'ye alınıyor. Tabi bu altında bir çok özel sebep barındırıyor. Çoğunluğunun müslüman olduğu bu ülkede yaşamak, yine çoğunluğu müslüman olan ülkelerle çok samimi olmamızı gerektirmiyor bence. Daha ziyade yakın olunacaksa dini dışarda tutarak milli kimliğe yonelmek denenmeli. Jeopolitik konumumuz göz önüne alınırsa Asya ile Avrupa'yı birleştiren bir köprü görevini üstlenmiş bulunuyoruz. Ancak son yıllara bakıldığında adım adım Arap ülkelerine yüzümüz dönmüş durumdayız. Biraz üzerine düşünülmesi gereken bir durum bu.
      Eğer tarihten ders almamız gerekirse ve biliyorsak ki tarihten ders alınmazsa sadece tekerrürden ibaret olacak o vakit Osmanlı'nın çöküşünü ele alabiliriz. Hala vahdehdin diye ölen, geçmişini bilmez vatanının yoklukta imkansızlıkta kazandığı başarıların değer boyutunu fark edememiş bütün yaştan insanları geçtim geleceğe ışık tutması gereken ama olmayan gençlerle aynı havayı solumaktan utanç duyuyorum. Keşke her ülke kurulduğu düzende, istikrarla ülküsüne bağlı bir biçimde ilerleyebilseydi çöküşler ve sömürge olayı yaşanmazdı. Geçmişini iyi bilen bir gençlik olmalı, o zaman vatanını satanlara duyulmaz bu denli sevgi. Şayet Osmanlı ilk kurulduğu şekilde kalabilseydi, yozlaşma olmasaydı ve din sömürgeliğine girmeseydi, durum farklı olabilirdi.
       Rusya'da kürtlerin bulunduğu büyük çapta bir toplantı yapılıyor ve evet dış işleri bakanlığının buna herhangi bir tepkisi bulunmamaktadır. Sanırım herkes kendi menfaatine düşmüş. Yoksa normal şartlarda buna büyük çapta bir tepki verilmeliydi. Aslında ülkeye şöyle bir dışarıdan bakıldığında batıya karşı güçsüz, doğuya karşı yakın ve yancı bir konumdayız. Peki bu ülkenin gelişmesi için içeride ve dışarıda ne gibi düzenlemelere gitmesi gerek? Peki bu millet beynini nereye bıraktı? Herkes bu ülkede çeşitli olaylar meydana geldiğinde kendisini, ailesini, akrabasını düşünerek, çok şükür bize zarar gelmedi diyerek yaşıyorken; bir gün kötü olayları kendisi veya yakınlarından birinin yaşayabileceğini nasıl hesap edemez...
       Lakabım ya da mahlam ile yazı yazıyorum. Bu tercihim ki kişisel sebepler, kullandığım ismimin içindeki özel anlam ve tarz meselesiyken çoğu gazeteci, yazar ya da vatandaş düşüncelerini sosyal medya ve buna benzer mercilerden gerçek kimliğini koruyarak yazıyor. Burada sosyal medya ve benzer mercilerin özgürlüğüne vurulan kısıttan bahsediyorum. Ve denilen o ki Türkiye bir çok batı ülkesine nazaran daha çok basın özgürlüğüne sahipmiş. Basın kelime anlamı olarak: gazete, dergi gibi belirli zamanlarda çıkan yayınlarla haber ajansları ve bunların sahipleriyle çalışanlarının tümü. Bunu tam olarak buraya yazabilmek için google tarayıcısını kullandım ve altında örnek olarak yazılan cümleyi buraya aynen aktarmak istiyorum. "Bugün basının güçlükleri olduğu bir gerçek" gayet ucu açık, yorumlanmaya müsait bir cümle. 
        Referanduma değinmek istiyorum. Kişinin kendi hür iradesine, bakış açısına ket vuran bir ülkenin vatandaşlarıyız. Beyin yıkama politikasına büyük çapta giriş yapılmış olduğunu düşünüyorum. Sana sunulan iki seçenekten -hayır- ı seçtiğin zaman vatan haini yaftası yiyorsun. Benim gözümde de -evet- diyenler şuan ellerine şeker tutuşturulmuş, avutulan birer çocuk. Siyasete takım tutar bakış açısıyla yaklaşan, profesyonellikten uzak, adam sevmekle oy veren bir ülke burası. Beyni boş, süsüne düşkün kızlarla; aklı uçkurunda, dünyayı kendi çapınca kurtarmaya çalışan, ahkam kesen erkeklerin vatanı burası. Övünürüz ya genç nüfusumuz fazla diye; kendini geliştirmeye adayan, aklı dolu, düşünebilen gençlerimizi tenzih ederek soruyorum bunu peki işlevi var mı bu insanların?
Genç nüfus gelecek vaad etmiyor. Geçen gün on altı yıllık arkadaşımla tartıştım bu konuyu tabiki de siyaset aramıza asla giremez bunun farkındayız. Ama inan ileri görüşlü olup şuan ki düzenle gelecekte olacak olan düzeni göstermeye örneklemeye çalıştım. Ancak bir insan ne kadar bilhassa böyle önemli bir konuda yeni fikirlere kapalıysa en sonunda sizde anlatmaktan vazgeçiyorsunuz. Bu ülkenin büyükleri ne kadar kendi yaptıklarını ört bas etmekte ustalarsa suçlular ya piyonlar oluyor ya da düşünebilen insanlar... Bu referandum süreci bir partiyle bağdaştırılmamalı, bir adamla asla! Ne olacağını anlamak için başkanlık sistemini kullanan ülkelerin eski ve şimdiki hallerine bakmak bence yeterli. Son olarak bu ülkede asıl vatan haini "Atatürk'ü sevmeyen, onun bize armağan ettiği bu vatanı bölüp parçalamak isteyen, onun ismini sildirip başka isimleri kazıtmak isteyen insanlardır." Bu lider isteseydi kendi zamanında başkanlık sistemini getirebilirdi ama o bunu yapmadı, yapmak istemedi. Çünkü onun egosu yoktu aksine çokça vatan ve millet sevgisi vardı. 
        Söyleyeceklerim bu kadar. Yakın bir zamanda görüşmek üzere...

YazarHATUN

14 Şubat 2017 Salı

Peki siz?

Kalbinize sağır olduğunuzu düşündünüz mü hiç?
Ne hissettiğinizi bilmeden sağa sola çarptınız mı,
Yolunu bilmez bir kuş misali?
Gözlerinizi açtığınızda her sabah farklı bir insan olarak kalktınız mı o yataktan?
İnanın bana o kadar zor ki her gün bambaşka bir insan olmak.
Bazen yüzünüz gülmenin verdiği hale o kadar alışır ki,
Aynada bir yabancı olursunuz kendinize.
Aynaya baktığımda kendime ayıp olmasın diye gülümsüyorum şimdi.
Bir bakıyorum ki üzülmeyi unutmuşum,
Akmıyor gözlerimden yaşlar.
Bir baktım ki yazamıyorum ben
Dökemiyorum içimdeki zehiri.
Tutuklu kalmış cümlelerim boğazımda.
Dolaşıyor kelimeler göğüs kafesimin içinde, kalbime yakın bir mevkide.
Gerçekleri yaşamamak adına maskeler bürünmüş suratım.
Yabancıyım artık kendime,
Soruyorum sizlere:
"Her şeyi katlanabilir kılmak için mi bu sahte gülüşler, gerçekleri örtmek için mi?
Ya peki siz gerçek misiniz?"

YazarHATUN

Piremses :)

İlişkiler karmaşık döngüler, benzer şemalar ve görünmez terazisi bulunan derin yapılardır. Değişen toplum koşulları, ahlak ve etik değerlerl...