6 Ocak 2019 Pazar

Şarabi




02.01.2019
I.
Yıllar önce Antalya’da içilmiş bir kadeh şaraba gitti aklım.
Okuyacaksın biliyorum.
Aniden kalk gidiyoruz derken kışın soğuğu pek tesir etmemişti bize belli ki…
O gece seni andım önce, gülümsedim. Selam olsun sana ey dost…
Kadehi elime her alışımda içmeden önce hafifçe salladım
Gözümün önünden geçti birer birer güzel olan ne varsa
Sihirli küre gibi düşün her titreşimde saçtı büyüsünü ve ışıklarını…
Kalbim yerinden fırlayacak gibiydi.
Kalbim benden çok konuşur hiç söylemiş miydim sana…
Yolda yürürken, müzik dinlerken, aniden insanların içinde, yollarda, yolculuklarda…
Bazen ise bir sarılışta.
Elimde kağıt kalem olmadığı zamanlarda yapıyor bilhassa sonra pis pis gülümsüyor.
Ses kaydı mı yapsam diyorum,
İnan ki ağzımdan da elimden de kalbimin söyledikleri tam akmıyor.
İçimdeki yol öyle uzun öyle derin ki...
Kalbim, zihnimin kapısını çalıyor, akıtıyor içindekileri.
Zihnim koşarak dudaklarıma, dilime hücum ediyor
Ancak öyle yorulmuş ki çoğu söyleyeceğini unutuyor.
Bu yazı uzun olacak belli ki…
Neydi, ne denilirdi, şarap aşkla mı içilirdi?
Boğazımdan akıp giderken ruhuma yayılan gülümsemeyi görmeni isterdim.
Soracaksın “rakıya ne oldu?” diye.
Olmadı bir şey. Hem o hem de beraber içilenlerin bendeki yeri hep özel hep derin…
Kolay kolay herkes ile içilemez o…
Ama o gece şarap olmalıydı. Kırmızısına ihtiyacım vardı.
O geceden birkaç gün önce o kadar çok şey öğrendi ki kalbim,
Buna rağmen o dakikalar devrimdi ruhumda
“Çok az bir zaman kaldı.” dedi kalbim
“Vücud bulmuş halimle karşındayım.”
Ruhu dans eder mi insanın, ruhum gökkuşağı silsilesi…
Birbirimizi görmek için pek sabırsızız.
Yolumuz taşlı, virajlı, bir hayli uzun ama onlara engebe demem.
Üstüm başım toz olabilir,
Saçım başım dağılabilir,
Topuğum kırılabilir eee ama uzun dedik yol…





II.
Belime dolanıp kendine çekecek bir kalp bu
Müziğin ritmine dalacak kulakları
Tangoda kaybolacak benimle
Kan kırmızısı, şarabi renklerde…
Koskocaman salonun koyu bordo olduğunu görüyorum.
Herkes varken artık yoklar bizim için…
Öyle büyük, öyle derin, öyle kuvvetliydi ki hislerim
Korktum kendimden, istemeden de olsa ondan…
Cesaret dolu, her adım atışında dans etmiyordu sanki
Rüşdünü ispat edip, “ben geldim, kabul et” dercesine korkularıma savaş açan bir adam vardı karşımda.
Beni benden daha iyi tanıyan…
Ve sanki yıllar önce öğretmişti bana kendini, tanıdığım her surette onu aramış gözlerim.
Büyük boşluklar bırakmışız da bilerek, beklemişiz birbirimizi dolsun diye
Her defasında ellerini bırakıp salonda salınırken,
Beni izleyip adım adım takip eden,
Gelip daha sıkı sarılan bir adam vardı karşımda.
Gözlerini kapayıp sokulmuş yanaklarımla boynum arasında bir yere, tarif edemediğim bir sıcaklıkla
Susarak hasret gideriyordu. Susarak söylüyordu hislerini, hissediyordum.
Bacaklarımız birbirini incitmeden zarif bir şekilde birbirlerine dolanıp çözülüyordu
Ne incitmek istiyordu ne de kopmak…
Ayakları ile ruhu hem orantılı hem bağımsızdı, görünen başkaydı hissettiği bambaşka.
Kafasını kaldırdığında,
Gözlerini açıp bana baktığında, koca salonu arşınlarken artık daha hızlı adımlarla,
Ben kendimden vazgeçsem de benden vazgeçmeyecek kadar gözü kara olduğunu gördüm.
Aşkında ısrarcı, inatçı…
Beni döndürüp, hızlıca yere doğru eğdirirken başımı, düşmeme mahal vermeden daha sıkı tutan oydu,
Korkma ben varım dercesine.
Tango aşkın dansıydı koreografiye gerek yoktu.
Ruhu vardı karşımda, beni tutuşu dans etmek isteğinden ziyade kaybetme korkusu gibiydi.
Tüm maskelerinden sıyrılıp, en saf haliyle karşımda dikilen,
Tüm zayıflığını bana döken, kendini teslim ederken ona zarar vermemem için dua edendi.
Ne farkım var ki senden…
Bedenin yok senin. Ruhtan ibaretsin
Bedenin yok senin. Sadece duygu denilen olgu ile sevip, sevişebilensin…
Bir beden ihtiyacın yok senin…
Bir nedene ise asla…




III.
Onu beklerken koca salonda kendi başıma dans ediyorum.
Şen’im. Ben dönüyorum, ruhum dönüyor.
Var olan suretine bürünmek adına zaman sayıyor.
Bir fısıltı gibi varlığı yakın, sıcak ve derin
Her sabah ruhuma ona uyanmam için üflenen
Tekrar tekrar doğduğum.
Kalp atışımı dinlemek için yola düşen;
Elinde boya kovası ile gökkuşağımdan rengini alan;
Tüm grileri, maviye boyayıp geçen bir güçten bahsediyoruz.
Bazen çocukça; masumiyet dolu
Bazen duvar gibi sert; kötü ve acımasız olan ne varsa göğüs geren…
Dedim ya nedene ihtiyacı yok onun, nedensizce sever.
Sevmek için sebepler bulmaya çalışanlara istinaden.
Anlattıklarım korkutmasın seni dostum.
Merak etme, tek başına yaşamanın gücü, keyfi hala benimle.
Her şeye tek başına göğüs gerebilirim.
Bir an ağlarsam bil ki birazdan susar, yola devam ederim.
Ama unutma hayat derin deniz
Rüzgarla uçuşan kumlar çarparken yüzümüze, cüsselerine rağmen yine de can yakarlar.
O kumların üzerindeki ayak izleri ise resmidir geçip gittiğimiz hayatların
Bir insanın hayatından geçip gitmek istemiyorum.
Ya da bir iz olarak kalmak istemiyorum sinesinde…
Yoluma yoldaş arıyorum belli belirsiz beklenmedik anda çıkıp gelecek.
İnsan yorulduğu anda, hayallerinin yolunda onunla beraber yürüyen, kendi kaldığı yerden devam eden birini istiyor; hayallerini kendi hayalleri gibi benimseyen.
İçmeden dut oldun dimi, “neden bu kadar karmakarışık her şey?”
Şöyle ki; Herkes kendinden bir parça bulsun diye
Hem İnsanların sadece bedenlerinden ibaret olmadıklarını,
Bedendeki reaksiyonların, ruhta hissedilen tarifsiz tüm duyguların vücud bulmuş hali olduklarını da bilsinler diye...
Son olarak kabuklarımı açmamak için.
“Bu bahsedilen sen değil misin?” Dediğini duyar gibiyim.
Benim ama hangi ben?
Nerden bilinebilir hangi zamandayım; 5 sene öncesi, belki 2 yıl sonrası belki iki hafta öncesi, bilemedin 1 ay sonrası
Kim bu bahsettiklerim, biz kaç kişiyiz, ya sizler?
Açılmış görünen şu cümleler benim labirentimin köşelerinden koparılan satırlar
Kopuk oldukları halde ahenkliler.
Kadehteki şarapta yüzen bir ben düşün, kırmızısında derinlere dalmışım…

YazarHATUN


9 Kasım 2018 Cuma

Rüzgar


Rüzgarda yazılmış şiirler sunabilirim
Yerlere saçılmış kağıtlarım, şahidim
Masaya bulanmış mürekkebim gözyaşımla karışmış, biraz tuzlu
Ruhumun şeklini almış sözlerim,
kağıda döşenmiş elime özgü şekilde, teker teker
İnanır mıydın göstersem yüreğimde uçuşan karalanmış kağıtlarımı
Sen farkında olmadın, fısıldadım sözlerimi
Susuyorum sandın, ben seninle günlerce gecelerce konuştum
Birer birer yazdım seni, bilemezsin
Ellerime de bulaşmış mürekkebim.
Bittikçe başa sarmışım, rengarenk
Biraz siyah biraz kırmızı biraz mavi…
Dokunsam yüreğine temizler misin beyazınla beni…
Yorgun, bir o kadar da suskunsun
Konuşsan dinlerim seni
Döşerim cümlelerini kalbime
Anlarım anlaşılmanın bu denli uçsuz bucaksız olduğu şehrinde
Anlarım ama derinine ellemem asla
Bozulur büyü, kaçar uykular.
Bölmek istemem tatlı rüyalarını
Bil istemem derinliğimin büyüklüğünü
Ve derinliğimden ilk kez söz ediyorum sana
“geliyorum” diyecek oluyorum
Sonra bir adım geriye çekiliyorum
Sonra bir adım daha…
Duvarlarına çarptığımı hissediyorum
Sonra susup seyretmeye geçiyorum
Anlıyorum şehrin kalabalık bir o kadar karanlık
Kaybolmaktan korkuyorum bu yüzden derinine dokunmayacağım
Ama derinini anlatmaya cesaret edersen… dinlerim
Derinine bakar sadece gözlerim.
Bilemezsin…

YazarHATUN




11 Temmuz 2018 Çarşamba

11 Temmuz


11 Temmuz,
Gülümseyerek uyandım sabaha istisnasız, yıllardır yaptığım gibi...
Güneş benim için doğar, hava benim gibi sımsıcak,
Gökyüzü bugün başka güzel gecesi bir başka derin.

ANCAK;
Bu yılın bana kattığı o kadar şey oldu ki.
İlk kez doğum günümü haykırmak yerine, sükûnete büründüm.
Sevincimi içimde yaşadım; görmek istediğim sadece kimlerde vardım.
Fark ettim
Kapıların hep olduğunu gördüm, gitmeyi öğrendim
Gidenleri kapıda uğurladım saygıyla
İnsanlar için fazla çabalamamayı yeri geldiğinde susmayı öğrendim
Sonlandırmayı öğrendim bir acıyı, bir mutluluğu ve bir bitişi
İçimdeki sihri keşfettim
Hayal ettiklerimi yavaşça gerçekleştiğini gördüm.
Çok sevmenin içimdeki ışığı başka ruhlara dağıtabileceğini;
Çok ruha dağılmanın, parçalanmanın benden götürmediğini;
Aksine onları iyileştirdiğini ve beraber çoğaldığımızı gördüm.
Beni gerçekten sevenlerin ve iyileşenlerin koşarak geldiklerini;
Kalbime yakın yerde toplandıklarını gördüm.
İnsanların gülümsemesine sebep oldum.
Yeri geldi günlerini güzelleştirdim.
Fedakârlık yapmayı değil, özveriyi tercih ettim son bir yılımda…
İnsanları mutlu etmeyi servet saydım kendime.
Büyüdüm.
Düştüğümde tek başıma kalkabileceğimi tüm duyularımla hissederek öğrendim.
Umutsuzluğa düştüğümde en yakın dostum aynada gördüğüm suret oldu.
Biliyorum, istediğimiz her el istediğimiz vakitte orada olmayabilirdi.
Hayatımın bir oyun sahnesi olduğunu tüm oyuncuları iyi bir şekilde seçmem gerektiğini öğrendim.
Ve ben yine dans etmeliydim mutlulukla…
Hayatımın bir defter olduğunu itina ile doldurulup, macera dolu bir günlük olması gerektiğini fark ettim.
Denemeyi öğrendim, keşfetmeyi.
Kendimi, insanları, hayatı…
İnsanlarla daha rahat bir şekilde ruhsal, derin bir bağ kurduğumu gördüm.
Yıllardır bilinçli bilinçsiz kurduğum bağların bir kısmını bozdum
Onları d
erinimdeki parmaklıklardan kurtardım, hürriyete saldım.
Kızdıklarımı, kırgın olduklarımı teker teker affettim.
Büyük bir olgunluktu hissettiklerim.
Yeri geldiğinde koskocaman bir kadın, yeri geldiğinde küçük kız çocuğuyum.
Her şeyi bir arada içimde barındırabilmeyi, yaşamayı öğrendim.
Şimdi dolu dolu 25’im diyebiliyorum…

YazarHATUN










15 Haziran 2018 Cuma

Güçlü Kadın-I


13.06.2018 Çarşamba

             Bizim dönemimizden mi kaynaklı bilmemekle beraber bir yıl fazla bir yıl az hepimiz aynı karakter ve davranışta kızlardık. Belki de ben bilhassa öylelerini çektim kendime. Mizacımız genelde soğuk, kendi ayakları üzerinde bir şekilde durabilen, kendine yetebilen arkadaşlardık. Türkiye’nin dört bir yanında benim canlarım...
            Hayat bize üzerek ağlatarak kafamıza vura vura bazı gerçekleri önümüze sermişti. Kimimiz küçük yasta babasını kaybetti, kimimiz annesini; kimimiz evlendi boşandı bir çocuğu ile döndü baba evine; kimimiz üniversiteyi yeni bitirdi is arıyor; kimimiz evlenmek üzere; kimimiz ilişkisini rayına oturtmaya çalışıyor; kimimiz isini değiştirmek için depar atıyor; kimimiz doğru insan için kalbine kulak veriyor.
            Simdi öyle bir haldeyiz ki birbirimizin dertlerini direkt ya da dolaylı duydukça, kendimize dönüp baktıkça, her düşüşümüzde birbirimize el verir olduk. Şayet düşen sensen çoktan ayağa kalkmış olman gerek zaten! Dilerim düşmene sebep topukluların değildir bebek :) Eğer öyleyse geçir ayağa devam et yola, çünkü etrafında düşüşünden zevk alan insanlarda olacak. O güzel ellerine basıp geçmek isteyecekler, yeri gelecek saçından tutup çekecekler, gözünü dört açmazsan ayağından tutup sürükleyecekler yalan yanlış her şeye...
             Gerçek yüzümüzü sadece yakınlarımız bilebilirdi. Neden bilmiyorum?  Bu davranış bazı akıllarda farklı bir imaja hatta ikiyüzlülük ile bağdaştırılsa da bence böylesi daha iyi. Hem ben çığlık çığlığa gülerken herkesin görmesi pek hoş olmazdı dimi :)
           Koskocaman bir kalp atfedilmiş bize. Yoo övmüyorum, gerçeği söylüyorum. Hayır, Hayır megaloman değiliz!  Hayata bakış açımızdan kaynaklanıyor. Güzel bakmaya çalışıyoruz. Acıyı da aşkı da sevgiyi de derinden hissediyoruz. Belki de bu yüzden... Ne demiştim kendine yetebilen kızlardık artık genç kadınlarız. Bazen öyle bir yetiyoruz ki bazen birbirimize yer kalmadığı anlar yanlış olmasın sadece an'lar olabiliyor. Terbiye etmişiz kendimizi.
           Siz bazen buna güçlü kadın dersiniz ama zamanla ne kadar dominant, efendime şöyleyim her şeyini hallediyor bana ihtiyacı yok, başka an geliyor erkek gibi!  Evet, bu lafları da işittik. Evet, kabul bizde bazen tökezliyoruz dedim ya düşebiliyoruz. Ve siz öyle bir imaj yaratmışsınız kafanızda, düştüğümüzde bile yaklaşmaya cesaretiniz yok. Korkuyorsunuz. Bazı şeyler sizi aşıyor devasa geliyor. Kontrolü elinizde olmayan hiç birşeye istediğiniz olmuyor. Kontrolü elinize almanız gereken yerlerde de zaten yoksunuz. Ben görmedim hiç güçlü bir kadının karsısında güçlü olan ve güçlü kalan bir erkek. Ya düşerse deyip elinizi belinden çekmeden aynı yolu beraber yürümeye cesaretiniz yok ki o kadının eli zaten sizin belinizi sarmıştır. Ama şunun bilincindeyim ki; güçlü bir kadını el üstünde tutmaya cesaretiniz olmadığı gibi aciz davranan size muhtaç olan sizi kullanan zayıf kadınları tercih ediyorsunuz. Erkeklik gücünüzü hissedebilmek adına zayıfı tercih ediyorsunuz. Zoru seçip kendinizi aşmak varken... Bizde maalesef ki rol yapmayı beceremeyen kadınlarız. Korkunuzdan kaçıp gitmek istediğinizde "dur, gitme, kal" derken size muhtaç değildik bilakis sizi seviyor ve sizin aslında ne kadar güçlü olduğunuzu size göstermek istiyorduk. En azından inancımız bu yöndeydi.
Bazılarınız bu süreçte yalpaladı. Kendini değerli bir çiğ tanesi sandı belki bulunmaz bir Hint kumaşı :) bak bu süreci izlemekte çok zevkliydi. Bizi zayıf kalmayı tercih edenlerle karşılaştırmanız eğlenceliydi. Ta ki oyunun sonuna gelene kadar. Bitti! Ben genelde terk edilmeyi bile isteye tercih eden tarafım. Kafamda soru işareti olmasın isterim. Ki biliyorum giden hep pişman!  :)
Güçlüyü zayıfta ararsanız şaşkına dönersiniz böyle...
            Güçlü kadın ağlaya ağlaya dik durabilen; zorluklar karşısında başarma gücünü kendinde gören; tek başına tüm duygu ve düşünceleriyle kendine yetebilen; duygularının arkasında durup savunabilen; kaçak oynamayıp kendine öne atan kadındır.
            Her yerde onlara rastlamanız mümkün tabi görmeye ve onları yaşamaya cesaretiniz varsa. Tanımasakta birbirimizi sayımız yadsınamayacak kadar fazla...

YazarHATUN

13 Haziran 2018 Çarşamba

Telaş'a Selam Olsun !

Bir sabah uyandığımda
Durdurabilmek isterdim zamanı.
Bir sabah bir yerlere yetişme gayesi olmadan
Uyanıp Yatağımın ucunda usulca oturmayı
Perdesi acık penceremden izlemeyi isterdim sessizce insanları
Usulca gezen ayaklarımın ahenkini,
parkede izini bıraktığı her bir adımı hissederek atmayı isterdim.
Dünyada varoluşum kıymetlenebilirdi o zaman...
Nasıldı küçükken adımlarım, parmak uçlarında balerin gibi...
Ve bir müzik çalmalıydı ya da bir silüet söylemeliydi ama içten...
Tüm ahengiyle yaklaşmalıydı ses, sarmalıydı bedenimi
Ve bir sabah bir dansla başlamalıydı
Yine parmak uçlarımda yavaş yavaş...
Yaşamaktan zevk aldığımı gösterircesine...

Bazen anlar olmalıydı bir dakikası bir saat olsa diye iç geçirdiğimiz.
Başlamalıydı o vakitler gün ağırırken tanyerinde
İşte böyle karşılanmalıydı tüm sabahlar...

Her gün güneşin batışı beklenmeliydi
Mesafeleri yok sayarak izleyebilmek beraber.
İster bir sokak ötende isterse onlarca şehir uzağında
Bir kahve eşlik etmeliydi doldurmalıydı boş kalan ellerimizi
Bilmeliydim bir 40 sene daha ekledik gönüllere...

Yaşamanın kıymetini bilmeliydi insanoğlu aldığı bir nefeste...
Öğretebilseydim keşke güneşe çevrilen her bir çehrenin,
O çehreye takılan tek gülümsemenin içinde milyonlarca güzellik barındırdığını.
Gösterebilseydim bir gülümsememizle bir insanın tüm gününü güzelleştirebileceğinizi...
Asl olan gerçekten gülümseyebilmekti, gözlerden saçılan parıltılardı şahidi.
Gününü güzelleştirebildiğim insanlar gönlümde hazine...

Korkmadan basabilmek gerekirmiş çimlere
Uzanabilmek kurtularak onlarca düşünceden.
Biliyorum önümde koca bir ömür var
Ta ki yarın öleceğimi bilmeden...

Bilsem ki yarın öleceğim.
Mutluluk sayardım her yaşanmışlığı.
Biliyorum ki ölüm sonsuz huzura kavuşmaktı...

Kalan ömrüme sözüm olsun.
Bir gün denizi olan sabahlara uyanacağız huzura kavuşana dek...
Her gün oturacağız deniz kıyısına, dalgaların sesini dinleyeceğiz.
Gözlerimizi kapatıp çekeceğiz o güzel denizin kokusunu.
Sonra arada gökyüzüne göz kırpıp devam edeceğiz fani huzura...
Soğuk sular ve sıcak kumlar bekler bedenimizi, gel!


Nice şairler nice yazarlar yazdılar maviye...
Dedim ki bende:
"Birimiz hırçın deniz,
 Birimiz huzur dolu gökyüzü,
 Al işte ikimizde maviyiz..."

Mavi Telaşa Selam Olsun !


 YazarHATUN

25 Mayıs 2018 Cuma

Kardeş, arkadaş


            Uzun süredir konuşma fırsatı bulamadığım can dostum ile geçen gece 3 saati aşkın konuştuk. Fark ettim ki hayatın temposuna o kadar dalmışım insanlarla sakin bir şekilde iletişime geçtiğimde yazmam gereken bir sürü konu olduğunu fark ediyorum.
            Ruhu dolu beyni dolu insanla sığ muhabbetlere giremezsin, konu derine iner. Öyle de oldu. Kahkahalar yerini gerçeklere bıraktı.
            O eskilere daldı. Canını yakan, nankör, hayırsız insanlardan bahsetti. Hayattan, hayallerden, anılarımızdan bahsedildi ve ilişkilere geçildi. Hayatımıza aldığımız sıfatı ne olursa olsun insanlara odaklandık. İnsanların nasıl kıymet bilmez olduklarıyla ilgiliydik. “Çoğu insan gerçekten sevmiyor.” Kanısına vardık. “Beni neden seviyorsun?” diye sordu. Seni sevmem için sebebim yok dostum. Bir insan sana neden sunabiliyorsa asıl ondan şüphe et.  “O kişinin seni mutlu etmesi, iyi hissettirmesi…” tarzında bir sürü şey saydı. Bir insan seni mutlu ediyordur, huzur veriyordur ama neden olduğunu bilemezsin ya. Her daim onun yanında olmak, yeri geldiğinde beraber susmak, yeri geldiğinde aynı havayı solumak… Sebepsizce. İşte burada başlıyor gerçek.
Aşk denilen şeyin ucuza gittiği hatta sıkıya gelene kadar olduğu, arkadaş dediğinin varlığın çıkarcı, bol samimiyetsizlik için samimiyet arayan insanlarla doldu her tarz ilişki… Kırılıyorum. İçim acıyor. Yaptığım hiçbir şeye duygusuzca yaklaşamıyorum. Duyguları hiçe sayamıyor ne sözlerim ne davranışlarım. Yine de insanları sorguluyorsun yaşına her yıl 1 daha eklendikçe… Kim, neyi, neden yapmış artık o kadar bağışıklık kazanmış ki beden hemen anlayıveriyorsun. Her insanın biricik olduğunu kabul etsem de, insanoğlu bazı noktalarda istisnasız aynı davranabiliyor.
           Zarif olmayı, ince düşünüp, davranmayı aptallık sayan o kadar çok insan var ki… Değer görmek o insanlar için kendilerini üstün görmelerini sağlıyor. Peki ilişkilerimiz gerçek olsaydı nasıl olurdu? Öncelikle insanlar birbirlerine gerçekten değer verir, önemserdi.
           Bu dostum benim üniversiteden derinime biriktirdiğim kıymetli insanlardan. Gerçekten Nasılsın diyen bir insan. Laf olsun diye ne haber, nasılsın, ne yapıyorsun değil. Gerçek manada nasılsın diyerek el uzatır kalbime. Can kardeş!  Beni anlar mutluluğumu da mutsuzluğumu da ve hayatınızda gerçekten “Nasılsın?” diyen insanlar varsa gerçekten çok şanslısınız. Görüyorum kolay kolay üzüldüğümde bana yaklaşan bir el görmedim. Ama ayıp ediyorsun dediğinizi duyar gibiyim. Dürüst olmalı insan herkesten önce kendine... Bazen hafif uzandı o eller, bazen hiçbir kere…
           Sonra ona affetmekten bahsettim. İnsanların kalplerine yük olan, ruhlarını sıkıştıran olayları kabul edip, insanları affetmeleri gerektiğiydi. Herkes şimdi yanlış anlayacak yani o insanı affetmeli miyim, barışacak mıyım, hayır asla konuşmam. Allah cezasını versin vsvs. Hayır hayır hayır! Benim bahsettiğim ruhunu tutsaklıktan kurtarman. O insanla hala konuşma, görüşme, fiziksel tavrını korumak istiyorsan koru. Ama onun sana yaptıklarını, yaşattıklarını kabul et. Hayat bir oyun. Hayatında olan, hayatından çıkmış ve hayatına girecek olan herkes senin oyun arkadaşın. Herkes sana bir şeyler öğretmekle yükümlü ve sende onlara aynı şekilde. Çoğunlukla bilinçsizce gerçekleşen olaylardır. Kalbine kıran arkadaşın, seni terk eden eski sevgilin, kızdığın patronun, çenesi durmayan akraban… Örnekler çoğaltılabilir. Şimdi o kişilere teşekkür et. Seni olman gereken insana dönüştürdüler. Nasıl davranman neye dikkat etmen gerektiğini gösterdiler ve en önemlisi daha güzeli daha iyisi için hazırladılar. Affet ki bu güzel olan yeni olan her şeye ruhunu aç, minnetle…     
           Öyle uzun konuştum ki uzun zaman olmuştu bu cümleyi duymayalı “Rakı içilecek kadınsın, sen anlat böyle sabaha kadar dinlerim seni…” Ey dost, ey kardeş, can arkadaş, gerçeksin sen. Şimdi yazı bekliyoruz J  Rakıyı kalıplara sokmadan dert ortağı diyebilirim. Manalı… Ne demişler rakı aşka, derine içilir, şarap aşkla… Ouv övüldüğünü de yazıyor diye söyleyecek olanlar çok. Ancak şu bir gerçek acımasızca, kendimi  çokça hiçe sayarak, kendimi mutsuz ederek bir misyon edindim. “İnsanları mutlu etmek” gibi. Ben o insana bunları söylettirebiliyorsam mesafelere rağmen, gerçek bir insan olarak onu hissedip, anlayabiliyorsam… Benim için mutluluk bu.  Biliyorum oda benim gibi, yıllardır misyonumuz aynı. O yüzden beni en iyi anlayacak olanlardan biridir kendisi. Bu kadar çokluğun içinde bana büyük değer verir, bilirim.


E-Bana gramafon alsana.
M-Param olursa o kadar alırım
.
.
M-Ne zaman göndereceksin bana bu daktiloyu?
E-Sen ne zaman alacaksın gramafonu?
M-Ben önce söylemişim baksana 11 hafta önce yorum yazmışım… gönder bana onu.
.
.

YazarHATUN

Piremses :)

İlişkiler karmaşık döngüler, benzer şemalar ve görünmez terazisi bulunan derin yapılardır. Değişen toplum koşulları, ahlak ve etik değerlerl...