19 Aralık 2014 Cuma

Hadi İnşallah

18.12.2014

          Hemen hemen her cuma film izleme günümüz olsada sinemada izlemediğim sürece ben yazı yazamıyorum :) "İncir Reçeli 2" den sonra su bir kaç ay içersinde gittiğim ikinci film "Hadi İnşallah". Yorumları okudum. Bazıları beğenmemiş, bazıları bayılmış. Bende hafif ön yargı olsa da gittim. Tek kelime "bayıldım". Puccanın "Küçük aptalın büyük dünyası" kitabından uyarlanan film çekti beni, güldürdü, rahatlattı, özlediğim şeyleri hatırlattı. Film İzmir'de çekilmiş. Karşıyakalı Pucca ile Göztepe çocuğu Pekmezin aşkı :D  Ben Manisa'da yaşıyorum ama İzmir'in hep bende ayrı bir yeri olmustur. Öncelikle annem İzmirli, hala en yakınlarım orada ikamet ediyor ve ben İzmir doğumluyum. Aşkım depreşti tekrardan. Canım bir kere boyoz çekti. İlk İzmir'e adım attığımda metro ile ver elini Konak. Konak meydanındaki küçük seyyar araba. Sabah 8 9 sularında gidersiniz sıcak boyozlara sahip olabilirsiniz. Bir de bildiğim kadarıyla Alsancak'ta çok güzel boyoz yapan eski bir pastane varmış. Her neyse şu askımı geçip filme dönelim biz.
          Bazıları kitaptan aykırı bir senaryo izlendiğini söylüyor, Puccanın filmin galasına çağrılmadığı bir başka gerçek. Ben kitaplarını alıp okumadım. Ama başlayacağım. Zaten Pucca deyince kafamda çok marjinal bir kız portresi çiziyordu, şimdi bende daha bir ilgi uyandırdı.
          Filmdeki espriler günlük hayatta hemen hemen herkesin yaptığı tarzda olduğu için filmi izlemiyorsunuz sanki içinde yaşıyormuşsunuz hissi veriyor insana. Büşra Pekin yine tatlılığını göstermiş. Murat Boz oyuncu olmamasına rağmen işi başarmış. Tabi ben bir film eleştirmeni değilim. Sadece nacizane görüşüm. Pişman olunacak bir film değil bence. Sadece bir kaç saat dış dünya ile iletişimi kesiyorsunuz o kadar :) "Burası çok güzelmiş gerçekten/ Eee Karşıyaka burası/ Ama manzara Göztepe :D "

Nil Karaibrahimgil-Hadi İnşallah


Bu da önceki yazım İncir Reçeli 2
Melis ŞAHİN

11 Aralık 2014 Perşembe

Güven Bana

          Eskilerde bu mevzunun hiç konusu geçmezmiş "güven". İlişkin varsa ve onu gerçekten seviyorsan kalbini kıracak, onu incitecek, şüpheye düşürecek tek birşey yapılmazmış. Çünkü eskiden gerçekten sevilirmiş, gerçekten sahiplenme ve ait olma kavramları yaşanıyormuş.
          Güven geniş bir kavramdır ve bir sürü alt basamağı bulunur. Sadakat, dürüstlük ve şeffaf olma. Liseden bir hocamız. Branş vermeyeceğim. Hocamızın dersine girdiği bir arkadaşım anlatıyor bunu. Üniversite yıllarında bir sevgilisi varmış. Bu adam askeri pilotmuş. Bir gün uçak kazasında vefat etmiş. Ve hocamız tamamiyle hayata küsmüş. Annesi onu geri hayata döndürmüş. Hocamız hiç evlenmemiş. Tek düşündüğüm bu kadın aşkın ve sadakatin dibine vurmuş. İyi mi yapmış orası tartışılır ve tercih meselesi. Ama aşk bu işte. Tek. Dürüstlük mevzusu ise çok kısa ve açık. Siz yalan söyleyerek başkasının gerçeği öğrenme hakkını elinden alıyorsunuz. Bence hırsızlığın en büyüğü. Şeffaf olmak ise ailen, arkadaşın ya da sevgilin sana sürekli mesafeli davrandığını, doğru düzgün birşeyini söylemediğini, gizlediğini ya da arkandan bir sürü iş çevirdiğini düşünsene. Kendini nasıl hissederdin? Dışlanmış, değersiz... seç birini. Ben mevzuya ilk aşktan girdiğim çünkü günümüzde güven mevzusu en çok kendini burada aksettiriyor. Benim gözümde "güven bana" kelimesi her dediğime inan, soruşturma, altını kurcalama demek, "güven bana" demek ben istediğimi yapayım ama senin haberin olmasın demek. Artık ilişkiler güven bana denilmesinin çoğu sebebi bu. "Güven bana" diyorsunuz ama tek hatanızın bile herşeyi mahvedeceğini bilmiyorsunuz,"güven bana" diyorsunuz hatalar yapıp tekrar tekrar af diliyorsunuz. Güvenin anlamını siz bilmiyorsunuz.
         Doğru düzgün kimseye güvenemiyorum. Elimde değil, insanın yaşadıkları ve gördükleri içindeki masumiyeti öldürüyor ne yazık ki. Ne eskisi gibi çocukça sevebiliyorsun ne çocukça ağızlardan çıkan tek cümleye itibar edebiliyorsun ne de sığınabiliyor o insanlara yine çocukça...

Melis ŞAHİN

9 Aralık 2014 Salı

Unutulmaz

         Arkadaşla bu akşam oturuyorduk. Kaç zamandır böyle konuşmamıştık. Sohbet muhabbet laf lafı açtı aşka geldik. Sordum bir kaç soru gözleri dolduğunu hissettim. Kendimi kötü hissettim güldürmeye çalıştım şakaya vurdum konuyu geçiştirdim yarım saat sonra yine aynı noktadayız.                                                                                        Aileden arkadaşlardan girdik konuya "Hiç mi kimseyi özlemiyorsun?" dedim. "Hayır" dedi. Sonra "hayatıma birileri girmiş birileri çıkmış umrumda olmuyor pek. ailemi bile özlemiyorum, onlar beni arıyor hep" dedi. "Önceden de mi böyleydin yurtdısına ilk çıktığında falan?" dedim "Ben bir tek onu özledim" dedi. "ayrıldım ondan.bir yıl sonra herşeyi farkettim ama dönemedim. Sorunlarla karşı karşıya geldim nasıl çözecektim bilmiyordum o olsaydı bana yol gösterirdi biliyordum. Onu çok aradım. Ama ben çok büyük bir hata yaptım bunu da  biliyordum. Eğer gitseydim konuşsaydım o beni yine kabul edecekti ama onun bu iyiliğinin altında her gün vicdan azabıyla ölürdüm" dedi.
       Onun cümlelerini tamamlıyordum bazen "ilk bitti" dedi "rahatladın" dedim "evet hoş bir boşluktu, sorumluluk yoktu, yorulmuştum. Zaman geçti" dedi "İstediklerini yaptın" dedim "Evet, ama bir yerden sonra dank etti herşey." dedi. Şimdi o kız nişanlıymış. İlişkileri biteli 3-4 sene olmuş. "O olsaydı, gelseydi yine onu ister miydin?" dedim gözleri doldu "evet" dedi.
Ben herşeyin cevabını almıştım oradan kalktığımızda :)

Melis ŞAHİN  

8 Aralık 2014 Pazartesi

İlaç

Yalnız ve bir o kadar çaresizsin. Sızını nasıl ne şekilde geçireceğini bilmiyorsun. Bundandır insanlara sarman. Bundandır çaban konuşmak, herşeyi unutmak için. Ama inan bana kalabalıklar içinde daha çok yalnız kalıyorsun. İnsan oğluda toprağa benzer nadasa bırakmak gerekir. Yaralarını kendin saracak kadar büyümediğini iyi biliyorum. Ama öğrenmelisin. Cüssenin büyüklüğü seni büyük yapmaz. Acıların ile ne kadar yanar, dertlerinle ne kadar büyürsen o kadar büyüksün işte. Kimi katarsan kat yarana, dertlerine uymaz denk gelmez yanlış parça. Sen ilacının ne olduğunu iyi biliyorsun ama cesaretin yok işte.


Melis ŞAHİN

Mum ışığı...

     Mum ışığı insanı güzel gösterirdi zaten... mum ışığı, şarap ve aşk. Gözlerden girip kalbe inen ve alev alev yanan birşey vardı aralarında. Kadının gözleri ilgisini çekmişti adamın. Mum ışığının bu güzel kadını daha da yüceleştirdiğini sanki sadece kendisi için kutsal hale getirdiğini düşünüyordu. Kadın ise adamın sadece gülümsemesini istiyordu sanki herşeye bedelmiş gibi, ebedi mutluluğa yetermiş gibi.
     Masada bordo bir masa örtüsü, iki mum, iki kadeh ve bir şişe kırmızı şarap vardı. Arka fonda ise Edith Piaf'tan "La Foule". Adam dansa davet etti güzel kadını. Vals. Bu şarkıya vals çok yakışırdı. Kadından gözlerini alamadı adam müziğe uygun bazen hızlı bazen yavaş bir şekilde dans ettiler. Loş ışık tamamlıyordu. Masalardaki mumlar eşlik ediyorlardı ışıkları ile bu güzel çifte. Kadına ise adamın kollarında olmak yetiyordu. Karşısındaki insanın duygularını şiddetini bilmeden kuvvetli bir aşka kapılmaktı bunun adı...
     Bir insan bu kadar masumca bakabilir miydi bir adama, erkeğin sertliği yanında nasıl bu kadar ezilmeye müsait zayıf bedeni ve nasıl bu kadar güçlü dev gibi duyguları. Hem bu kadar kararlı olmayı nasıl başarabiliyordu bu kadın diye düşündü adam. Sanki yemin etmiş gibiydi  kadının gözleri. Gözlerine bakan bu erkeği katacaktı ruhuna var olan aşkı büyütecekti...
     

Melis ŞAHİN

Bana bu yazıyı yazarken eşlik eden o şarkı Edith Piaf- La Foule




karar

Yeni kararların insanı yeni boyutlara taşıdığını deneyerek görerek düşünerek bile fark edebiliyoruz. kaderimizin bize sunduğu evet hayır sorularından birini seçerek kısaca kapıları açarak ardındakileri görüyoruz Hayatımızı kendi ellerimizle değiştiriyoruz. Karar almak zor, verdiğin kararı uygulamak daha zor. Bilhassa radikal bir kararsa çaresizlikten yada seçenek kalmadığından veriliyorsa omuzlara tonlarca yük biner. Yapacak bir şeyim kalmadı, buna mecburum, olmuyor gibi cevaplar ile etrafımızdaki insanlara betimleriz her şeyi bir iki kelime bilemedin tek cümleyle. Bazıları çareleri olduğu halde göremez. Bazıları çareleri ellerinden alındığı için vazgeçer.
 En kıymetli varlığı olduğumuz annemize bile, iyi niyette bize karşı tutunacak dal bırakmazsak bizi ne kadar severse sevsin yaklaşamaz değil mi? En yakın arkadaşımızla aramız iyiken bir sebepten dolayı araya mesafe girerse ve yapılacak bir şeyler varken kimse yaklaşmazsa bir kaç aya bilemedin bir yıla kadar sence en yakın arkadaşın olarak kalır mı hayatında?
Günler haftaları haftalar ayları kovalarken ne aynı kalır ki bir insanda... Bana baki kalan birşey söyleyin.
Baki kalmak için işaret gerek yol gerek yordam gerek. Hayatta kalmak, fikirde durmak, canda atmak için hareket gerek umut gerek hedef gerek. Ya hiç birşey kalmazsa elimizde ne yapmak gerek? Karar verdi insanoğlu. Peki yapabilir mi?

Melis ŞAHİN

Piremses :)

İlişkiler karmaşık döngüler, benzer şemalar ve görünmez terazisi bulunan derin yapılardır. Değişen toplum koşulları, ahlak ve etik değerlerl...