28 Aralık 2014 Pazar

Kararlar

Uzun sohbetin bitiminde ortak bir payda da buluşabildiğimize sevinerek şu cümleyi tekrardan dolaylı ya da doğrudan söylüyorum. "Hayatlarımızı kararlarımız belirler." Boşluktan ya da finallerden önce kafa dağıtacak birşey bulamadığımızdan yine benzer mevzular üzerinde dolaşarak bu konuya odaklandık. Nasipçi ya da kaderci bir insana bu kavramı anlatmak zorladı beni ama başardım :) İlahi gücü kenara koymadan, onun anlayabileceği bir dilde, yaptığı planlardan başlayarak neden sonuç ilişkilerine girerek ve yaptığı ya da yapamadığı seçimlerin, verdiği ya da beceripte veremediği kararların ortaya çıkardığı durumlara göz atarak ona bu cümleyi benimsettim. Kararların önemini bir insana kavratabilmek ve farketmez diye birşey olmadığını ona göstermek. Mutluyum. Sanki büyük bir zafer kazanmışcasına. Şimdi uyku vakti. Yarın yopyoğun bir gün beni bekler. İyi geceler... :)

26 Aralık 2014 Cuma

Benim gözümden 'Dijital Avrupa'

Dijital deyince herkesin aklına geldiği gibi benim de elektronik aletler geliyor. Çok basit bir giriş cümlesi. Ama gerçek bu. Dijital dünya hayatımızın her yerinde bize kolaylık sağlarken bir yandan da esiri haline getirdi. Gecen gün okulumda düzenlenen sosyal medya okuryazarlığı semineri de bunun bir kez daha fark etmemizi sağladı. Teknolojinin yıllar içersinde nasıl geliştiği, hayatımızı nasıl, ne şekilde kapladığı ve bizim bu süreçte nasıl hareket ettiğimiz... Görülen o ki dijital dünya dediğimiz kavram internetin doğuşu ile yıllar içersinde geçirdiği evrimle bu duruma geldi. En başta insanlar ile iletişim diyerek başladık bu yolculuğa. Sonra bu internet denilen meretle neler yapabileceğimizi fark ettik. Bütün resmi, kurumsal, kişisel işlerimizi bu yol üzerinden halletmeye başladık. Şuan interneti kullanabildiğimiz bütün elektronik araçlar vasıtasıyla yapabildiklerimiz, fatura bilgilerimizi görebiliyoruz, her gün her dakika dünya gündeminde olanları takip edebiliyoruz hem de gazeteye ihtiyaç duymadan. Buna örnek verebileceğimiz Radikal gazetesi artık online gazete olarak basın dünyasında yaşamını sürdürmeye devam ediyor. E-kitap denilen olay ile yine kağıt israfına dur denilebiliniyor. Dijital imza ile elektronik belgelerimizi, postalarımızı ve ticari işlerimizi güvenli hale getirebiliyoruz. İnternet üzerinden eğitim alabiliyoruz. E-devlet üzerinden kurumsal işlerimizi halledebiliyoruz. Kısaca Dijital vatandaş oluyoruz. Bunlar sadece bu dijital dünyanın ufak bir parçasını oluşturuyor.
Bu konuma gelmemiz ülkece yıllarımızı aldı. Ve hala 6-7 yıl geride olduğumuz ayrı bir gerçek. Bizden istisnasız bir adım önde olan Avrupa.  Övündüğümüz Genç nüfusumuz olmasına karşı onlar yaptıkları ile bize örnek oluşturup kapı açıyorlar. Bizim dijital üzerine çalışmalarımız yok mu? Tabi var, ancak onlardan bir adım önce olacak kadar güçlü ve yoğun değil.  Avrupa birliğine girmek isterken dijital dünya kullanımını kısıtlayarak bunu yapabileceğimizi sanan bir ülkeyiz. Bu ayrı bir ironi. Nitekim bu duruma karşı Bilişim fuarları, seminerleri, konferansları, zirveleri düzenleyen dernekler ve öğrenci arkadaşlarımız mevcut. Bu yıl içersinde 6-9 Kasım  tarihlerinde Ankara Ticaret Odası (ATO) Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı'nda  düzenlenen gelenekselleşmiş Ulusal Bilişim Kurultayı’nın 31'incisi Bilişim 2014, Türkiye Bilişim Derneği (TBD) tarafından  bu yıl ilk kez CITEX'2014 Ankara Bilişim Fuarı'yla birlikte gerçekleştirildi  . Bu bir örnek oluşturabilir.  

Kısacası Avrupa Dijital Dünyayı hayatlarının her alanında aktif biçimde kullanabiliyor. Bunu insan hakkı olarak sayıp özgürce kullanılmasını sağlıyor. İnsanlarını bu dijital dünyada dijital vatandaş olarak görmeyi istiyor. Neden bizim vatandaşımızda böyle olmasın, nasıl yapabiliriz?

19 Aralık 2014 Cuma

Hadi İnşallah

18.12.2014

          Hemen hemen her cuma film izleme günümüz olsada sinemada izlemediğim sürece ben yazı yazamıyorum :) "İncir Reçeli 2" den sonra su bir kaç ay içersinde gittiğim ikinci film "Hadi İnşallah". Yorumları okudum. Bazıları beğenmemiş, bazıları bayılmış. Bende hafif ön yargı olsa da gittim. Tek kelime "bayıldım". Puccanın "Küçük aptalın büyük dünyası" kitabından uyarlanan film çekti beni, güldürdü, rahatlattı, özlediğim şeyleri hatırlattı. Film İzmir'de çekilmiş. Karşıyakalı Pucca ile Göztepe çocuğu Pekmezin aşkı :D  Ben Manisa'da yaşıyorum ama İzmir'in hep bende ayrı bir yeri olmustur. Öncelikle annem İzmirli, hala en yakınlarım orada ikamet ediyor ve ben İzmir doğumluyum. Aşkım depreşti tekrardan. Canım bir kere boyoz çekti. İlk İzmir'e adım attığımda metro ile ver elini Konak. Konak meydanındaki küçük seyyar araba. Sabah 8 9 sularında gidersiniz sıcak boyozlara sahip olabilirsiniz. Bir de bildiğim kadarıyla Alsancak'ta çok güzel boyoz yapan eski bir pastane varmış. Her neyse şu askımı geçip filme dönelim biz.
          Bazıları kitaptan aykırı bir senaryo izlendiğini söylüyor, Puccanın filmin galasına çağrılmadığı bir başka gerçek. Ben kitaplarını alıp okumadım. Ama başlayacağım. Zaten Pucca deyince kafamda çok marjinal bir kız portresi çiziyordu, şimdi bende daha bir ilgi uyandırdı.
          Filmdeki espriler günlük hayatta hemen hemen herkesin yaptığı tarzda olduğu için filmi izlemiyorsunuz sanki içinde yaşıyormuşsunuz hissi veriyor insana. Büşra Pekin yine tatlılığını göstermiş. Murat Boz oyuncu olmamasına rağmen işi başarmış. Tabi ben bir film eleştirmeni değilim. Sadece nacizane görüşüm. Pişman olunacak bir film değil bence. Sadece bir kaç saat dış dünya ile iletişimi kesiyorsunuz o kadar :) "Burası çok güzelmiş gerçekten/ Eee Karşıyaka burası/ Ama manzara Göztepe :D "

Nil Karaibrahimgil-Hadi İnşallah


Bu da önceki yazım İncir Reçeli 2
Melis ŞAHİN

11 Aralık 2014 Perşembe

Güven Bana

          Eskilerde bu mevzunun hiç konusu geçmezmiş "güven". İlişkin varsa ve onu gerçekten seviyorsan kalbini kıracak, onu incitecek, şüpheye düşürecek tek birşey yapılmazmış. Çünkü eskiden gerçekten sevilirmiş, gerçekten sahiplenme ve ait olma kavramları yaşanıyormuş.
          Güven geniş bir kavramdır ve bir sürü alt basamağı bulunur. Sadakat, dürüstlük ve şeffaf olma. Liseden bir hocamız. Branş vermeyeceğim. Hocamızın dersine girdiği bir arkadaşım anlatıyor bunu. Üniversite yıllarında bir sevgilisi varmış. Bu adam askeri pilotmuş. Bir gün uçak kazasında vefat etmiş. Ve hocamız tamamiyle hayata küsmüş. Annesi onu geri hayata döndürmüş. Hocamız hiç evlenmemiş. Tek düşündüğüm bu kadın aşkın ve sadakatin dibine vurmuş. İyi mi yapmış orası tartışılır ve tercih meselesi. Ama aşk bu işte. Tek. Dürüstlük mevzusu ise çok kısa ve açık. Siz yalan söyleyerek başkasının gerçeği öğrenme hakkını elinden alıyorsunuz. Bence hırsızlığın en büyüğü. Şeffaf olmak ise ailen, arkadaşın ya da sevgilin sana sürekli mesafeli davrandığını, doğru düzgün birşeyini söylemediğini, gizlediğini ya da arkandan bir sürü iş çevirdiğini düşünsene. Kendini nasıl hissederdin? Dışlanmış, değersiz... seç birini. Ben mevzuya ilk aşktan girdiğim çünkü günümüzde güven mevzusu en çok kendini burada aksettiriyor. Benim gözümde "güven bana" kelimesi her dediğime inan, soruşturma, altını kurcalama demek, "güven bana" demek ben istediğimi yapayım ama senin haberin olmasın demek. Artık ilişkiler güven bana denilmesinin çoğu sebebi bu. "Güven bana" diyorsunuz ama tek hatanızın bile herşeyi mahvedeceğini bilmiyorsunuz,"güven bana" diyorsunuz hatalar yapıp tekrar tekrar af diliyorsunuz. Güvenin anlamını siz bilmiyorsunuz.
         Doğru düzgün kimseye güvenemiyorum. Elimde değil, insanın yaşadıkları ve gördükleri içindeki masumiyeti öldürüyor ne yazık ki. Ne eskisi gibi çocukça sevebiliyorsun ne çocukça ağızlardan çıkan tek cümleye itibar edebiliyorsun ne de sığınabiliyor o insanlara yine çocukça...

Melis ŞAHİN

9 Aralık 2014 Salı

Unutulmaz

         Arkadaşla bu akşam oturuyorduk. Kaç zamandır böyle konuşmamıştık. Sohbet muhabbet laf lafı açtı aşka geldik. Sordum bir kaç soru gözleri dolduğunu hissettim. Kendimi kötü hissettim güldürmeye çalıştım şakaya vurdum konuyu geçiştirdim yarım saat sonra yine aynı noktadayız.                                                                                        Aileden arkadaşlardan girdik konuya "Hiç mi kimseyi özlemiyorsun?" dedim. "Hayır" dedi. Sonra "hayatıma birileri girmiş birileri çıkmış umrumda olmuyor pek. ailemi bile özlemiyorum, onlar beni arıyor hep" dedi. "Önceden de mi böyleydin yurtdısına ilk çıktığında falan?" dedim "Ben bir tek onu özledim" dedi. "ayrıldım ondan.bir yıl sonra herşeyi farkettim ama dönemedim. Sorunlarla karşı karşıya geldim nasıl çözecektim bilmiyordum o olsaydı bana yol gösterirdi biliyordum. Onu çok aradım. Ama ben çok büyük bir hata yaptım bunu da  biliyordum. Eğer gitseydim konuşsaydım o beni yine kabul edecekti ama onun bu iyiliğinin altında her gün vicdan azabıyla ölürdüm" dedi.
       Onun cümlelerini tamamlıyordum bazen "ilk bitti" dedi "rahatladın" dedim "evet hoş bir boşluktu, sorumluluk yoktu, yorulmuştum. Zaman geçti" dedi "İstediklerini yaptın" dedim "Evet, ama bir yerden sonra dank etti herşey." dedi. Şimdi o kız nişanlıymış. İlişkileri biteli 3-4 sene olmuş. "O olsaydı, gelseydi yine onu ister miydin?" dedim gözleri doldu "evet" dedi.
Ben herşeyin cevabını almıştım oradan kalktığımızda :)

Melis ŞAHİN  

8 Aralık 2014 Pazartesi

İlaç

Yalnız ve bir o kadar çaresizsin. Sızını nasıl ne şekilde geçireceğini bilmiyorsun. Bundandır insanlara sarman. Bundandır çaban konuşmak, herşeyi unutmak için. Ama inan bana kalabalıklar içinde daha çok yalnız kalıyorsun. İnsan oğluda toprağa benzer nadasa bırakmak gerekir. Yaralarını kendin saracak kadar büyümediğini iyi biliyorum. Ama öğrenmelisin. Cüssenin büyüklüğü seni büyük yapmaz. Acıların ile ne kadar yanar, dertlerinle ne kadar büyürsen o kadar büyüksün işte. Kimi katarsan kat yarana, dertlerine uymaz denk gelmez yanlış parça. Sen ilacının ne olduğunu iyi biliyorsun ama cesaretin yok işte.


Melis ŞAHİN

Mum ışığı...

     Mum ışığı insanı güzel gösterirdi zaten... mum ışığı, şarap ve aşk. Gözlerden girip kalbe inen ve alev alev yanan birşey vardı aralarında. Kadının gözleri ilgisini çekmişti adamın. Mum ışığının bu güzel kadını daha da yüceleştirdiğini sanki sadece kendisi için kutsal hale getirdiğini düşünüyordu. Kadın ise adamın sadece gülümsemesini istiyordu sanki herşeye bedelmiş gibi, ebedi mutluluğa yetermiş gibi.
     Masada bordo bir masa örtüsü, iki mum, iki kadeh ve bir şişe kırmızı şarap vardı. Arka fonda ise Edith Piaf'tan "La Foule". Adam dansa davet etti güzel kadını. Vals. Bu şarkıya vals çok yakışırdı. Kadından gözlerini alamadı adam müziğe uygun bazen hızlı bazen yavaş bir şekilde dans ettiler. Loş ışık tamamlıyordu. Masalardaki mumlar eşlik ediyorlardı ışıkları ile bu güzel çifte. Kadına ise adamın kollarında olmak yetiyordu. Karşısındaki insanın duygularını şiddetini bilmeden kuvvetli bir aşka kapılmaktı bunun adı...
     Bir insan bu kadar masumca bakabilir miydi bir adama, erkeğin sertliği yanında nasıl bu kadar ezilmeye müsait zayıf bedeni ve nasıl bu kadar güçlü dev gibi duyguları. Hem bu kadar kararlı olmayı nasıl başarabiliyordu bu kadın diye düşündü adam. Sanki yemin etmiş gibiydi  kadının gözleri. Gözlerine bakan bu erkeği katacaktı ruhuna var olan aşkı büyütecekti...
     

Melis ŞAHİN

Bana bu yazıyı yazarken eşlik eden o şarkı Edith Piaf- La Foule




karar

Yeni kararların insanı yeni boyutlara taşıdığını deneyerek görerek düşünerek bile fark edebiliyoruz. kaderimizin bize sunduğu evet hayır sorularından birini seçerek kısaca kapıları açarak ardındakileri görüyoruz Hayatımızı kendi ellerimizle değiştiriyoruz. Karar almak zor, verdiğin kararı uygulamak daha zor. Bilhassa radikal bir kararsa çaresizlikten yada seçenek kalmadığından veriliyorsa omuzlara tonlarca yük biner. Yapacak bir şeyim kalmadı, buna mecburum, olmuyor gibi cevaplar ile etrafımızdaki insanlara betimleriz her şeyi bir iki kelime bilemedin tek cümleyle. Bazıları çareleri olduğu halde göremez. Bazıları çareleri ellerinden alındığı için vazgeçer.
 En kıymetli varlığı olduğumuz annemize bile, iyi niyette bize karşı tutunacak dal bırakmazsak bizi ne kadar severse sevsin yaklaşamaz değil mi? En yakın arkadaşımızla aramız iyiken bir sebepten dolayı araya mesafe girerse ve yapılacak bir şeyler varken kimse yaklaşmazsa bir kaç aya bilemedin bir yıla kadar sence en yakın arkadaşın olarak kalır mı hayatında?
Günler haftaları haftalar ayları kovalarken ne aynı kalır ki bir insanda... Bana baki kalan birşey söyleyin.
Baki kalmak için işaret gerek yol gerek yordam gerek. Hayatta kalmak, fikirde durmak, canda atmak için hareket gerek umut gerek hedef gerek. Ya hiç birşey kalmazsa elimizde ne yapmak gerek? Karar verdi insanoğlu. Peki yapabilir mi?

Melis ŞAHİN

29 Kasım 2014 Cumartesi

Mutlu :)

          Seni bırakıp gidenler dışında bir de iyi geldiğin insanlar var. Varlığından huzur ve mutluluk duyanlar... Seninle konuşup rahatlıyorlar, dinliyorsun mutlu oluyorlar, onlara zaman ayırıyorsun kendilerini değerli hissediyorlar. Mutlu olmaları için birşeyler söylüyorsun kahkahalarla gülüyorlar. En güzeli insanları nasıl mutlu edebileceğini öğreniyorsun. Bakıyorsun çevren genişliyor hatta o denli samimi buluyorlar ki seni birde triplerini, nazlarını çekiyorsun kim olduğu fark etmeksizin :) Seninle vakit geçirmeye çalışıyorlar. Arıyorlar, mesaj atıyorlar. Başka şehirde olanlar ise yolunu gözlüyor, sırf seninle görüşebilmek için bazen senden önce ayarlıyorlar buluşmayı . Kendini özel hissediyorsun an geliyor, ve basardım diyorsun.
          Ben inanıyorum ki insanlara değer verdiğinde ve bunu onlara gösterdiğinde üstünden çok zaman geçse de fark ediyorlar. Ya değer vermeyi kestiğinde ya vazgeçtiğinde ya da çevreni değiştirdiğinde. Bana değer veriyormuş diyorlar. Mesela sevdiğiniz insanlara zaman ayırmakta mühim. Buna da inanıyorum. Sevdiklerinize zaman ayırmazsanız, zaman sizi sevdiklerinizden ayırır. Bu da çok doğru. Yoğun da geçse günlerin, yetişemesen de çoğu işine insan sevdiklerine zaman ayırmalı. Ben bunu yapıyorum ve karşılığını görüyorum.

                                           Melis ŞAHİN

24 Kasım 2014 Pazartesi

çözün beni :)

Kolaysa çözün beni. Anlayıp yola koyabilecek misiniz, bakınca anlaşılır mı herşey? Okunur mu gözlerimden gördüğünüz kişinin çok ötesindeki ben? Bu kadar basit mi bir insanı çözüp sen busun demek? Diyemezsiniz onu bunu bilmem, bana diyemezsiniz. Siz beni tanımadınız ki tanıdığınızı sandınız ya hep yanımdaydınız ya da tam karşımda. Olduğum gibi kabul etmek zor geldi size. Çünkü bana dayanabilecek ne sabrınız ne zamanınız ne de doğru düzgün bağlı olduğunuz bir duygunuz vardı. Siz bende zaman öldürmeye geldiniz belki de... ve bitti. Ne doğru düzgün yola çıkabildiniz benimle ne de çıksanız bile devam etmeyi bildiniz. Hep virajlardan kaçıp geri döndünüz. Hiç biriniz anlamadınız ben kimseyi kolay kolay bırakmam oralarda. Hepiniz. Arkadaş, dost, sevgili hepsi bir yerde hep yabancı oldu bana. Korktuğum düşünceler başıma geldi birer birer, görmek istemediğim, tahmin etmediğim yüzler fark ettim. Yoldan her vazgeçişlerinde, bitişlerinde sende mi böylesin sen bu muydun demekten yorgun düşürdünüz beni. Her seferinde arkamı dönüp yola devam etmesini bildim. Biliyorum ki bir gün yine bir arkadaş, bir dost, bir sevgili korkup dönecek bu engebeli yoldan. Söküğü tamamlar gibi biri girip devam edecek ve sonra oda vazgeçecek. Herkesten önce yalnızlığı sevmeli insan. Seni seviyorum diyenlerin bırakacağını dostumsun diyenlerin sırtından vuracağını hep yanındayım diyenlerin gözlerini açtığında yanında olmayacağını iyi bilmelisin. En çokta kendini sevmelisin. Seninle konuşacak bir beynin, duygularını seninle paylaşacak bir kalbin, her yola seni yalnız göndermeyen bir bedenin var. Kendini çift kişi hayal edip yaşamalısın. Yalnızlığın gerekliliği budur.

Melis ŞAHİN

13 Kasım 2014 Perşembe

gözyaşı

13/11/2014 
02.38

        İçtense acın, içtense sevdan gözyaşın damla damla akar, süzülür yanaklarından. Belli eder kendini, bu acı taze değildir. Bu acı çok eski, bu alev çok büyük, bu yara çok derin.
        Hıçkıra hıçkıra ağladığın zamanlar eskide kalmıştır artık. Yara kabuk bağlamıştır, ama altı hala kanar. Kıpkırmızı, kan kırmızısı aşk gibi, gül gibi, yangın gibi alev alev... tende, ruhta, gözlerinin içinde, kalbinin derinliklerinde...
                                               Melis ŞAHİN 

8 Kasım 2014 Cumartesi

Arafta.

                                                                                                                                       08/11/2014

          Tomris Uyar demiş ki : "Uykunuz kaçtı mı kültürünüz artıyor." Ben nedense kendimi o kefeye koyuyorum. Belki her zaman kitap okuyamıyorum ancak yazıyorum. KıŞ geceleri uzun olunca ellerim klavyenin üzerinde dolaşmaya başlıyor ve yine kendimi veriyorum yazmaya. Gömülüyorum cümlelere bütünleşiyorum kelimelerle... ve sunuyorum kendimi. En büyük amacım etkileyebiliyorsam yazdıklarım ile okuyanları, en azından şuan için en büyük servet bu bana.
Bu gecenin konusu ağlamak olsun mesela. İnsanoğlu neden ağlar hiç düşündünüz? %70 i üzüntüden %30u mutluluktan olur. Ben hiç mutluluktan ağlamadım mesela. Bunu yasamadan ölmek istemem şahsen. Yaşadığın mutluluğun nirvanaya ulaştığının göstergesi o gözyaşları. Peki siz hiç biriyle beraber ağladınız mı? Kilometrelerce uzaktasınız. Canınız sıkılmış birden ağzınızdan dökülmeye başlamış cümleler, gözyaşları süzülmeye başlamış gözlerden. Telefonda seni dinleyen biri ve oda başlamış ağlamaya işin tuhafı aynı şeye ağlıyorsunuz. Mevzu aynı o başlar sonra konuşmaya siz dinlersiniz, o susar siz tamamlarsınız cümleleri. Konu dert olur, dertler alev olur. Yakar, yakar da geçer sizi. Ben öyle seviyorum işte. Beraber ağlayacaksın. Gözyaşları her zaman yalnızlık istemez sizden, bazen ortak bir payda da buluşmayı da teklif eder. Bazen de ifşa etmez seni. Tek gelirsen susar saklarım seni der ve şefkatine gömer. Artık araftayım...

                                                                                                        Melis ŞAHİN

7 Kasım 2014 Cuma

döndüm.

Şimdi dilimde eski bir ninni,
Şimdi dilimde bizden nağmeler...
Kendimi tozlu sayfalar arasında kalmış bir karakter gibi hissediyorum.
Sanki hiç buraya ait olmamışım
Gelmişim, sana katmışım kendimi.
Sonra çekilmişim sessizce.
Var olduğuma tek kanıt göremiyorum şimdi.
Beni anlatan şarkılar var sadece ortada,
Anılarımı birbir yaşatan bana...
Sebebi yok, gömüldüm sanki toprağa,
Geri döndüm geldiğim yere.
Hiç var olmamışcasına sana hiç dokunmamışçasına
O kadar sessiz, bir o kadar tas gibi.

Melis ŞAHİN


6 Kasım 2014 Perşembe

Kabus.

İnsan hep ister. İhtiyaç duyar. İnsan bir kahveye ihtiyaç duyar, bir müziğe, bir fotoğrafa, bir sese, bazen bir yüze, belki sana ihtiyaç duyar...
Bazen bir kahveye ihtiyaç duyar ki 40 yıl hatırı olsun diye, bazen bir müziğe ihtiyaç duyar ki anılarını saklayabilsin diye bazen birinin deklanşöre basmasına ihtiyaç duyar. Anı ölümsüzleştirmek için belki son gülüş, belki son bakış, belki birlikte yasanacak en son an; o dakikadan o saniyeden hatta o saliseden ibarettir.
Düştü sandalyeden yere karşıma yığıldı. O kocaman gülümsemesi ile karşıma yığılı verdi son kahveydi beraber içilen, dinlenen son şarkıydı "hoşçakal" ve ben basmıştım deklanşöre hemde son kez. Onun kahkasını ölümsüzleştirmek için.
Acil servisi aradım hemen. Apar topar hastaneye sonra... "kalp krizi. "  2 kelime 4 hece. hayat bize en ağır şakasını yaptı. En eşeğinden en koyusundan. Canımı benden aldı. Ne demeliydim şimdi ailesine ne diyecektim? Ben yapamam dedim. Doktor bey aradı, söyledi. Gelenler, bağıranlar, ağlayanlar benim gibi pusup kenara köseye çekilenler... Evet çok garip kendimden zerre bu denli soğuk kanlılık beklemezdim. Sindim köşeme canımın içinin... yazması bile çok zor canımın içinin gidişini izledim. beden orada o beden onun ama konuşmuyor, gözleri kapalı. Gidip yanına onu sarsmak uyan demek istiyorum. Uyan yasanacak çok şey var, uyan bu kadar çabuk nasıl pes ettin? Önümüzde yaşanacak uzunca seneler var her anımı görmeni hep yanımda olmanı istiyorum. Daha bundan bir kaç saat öncesine kadar beni kızdıran, sinirlendirip karşıma geçip kakır kakır gülen sen değil miydin? Bu sefer fazla kızdım çoook kızdım tarif edilemez bir şekilde... uyan artık bak bu şakaya gülmedim.

Ama ben uyandım. Kabusun doktora yapmış hali. Kanter içinde kalmışım. Direk telefona yapıştım. saat yanlış hatırlamıyorsam 4 buçuk suları... "Alo.." yine o sevimli ses. "İyi misin?" dedim  "Nasıl iyi miyim?" dedi "Kabus gördüm çok korktum iyi misin?" dedim. "İyiyim canım benim" dedi. "Yarın konuşuruz." dedim. güzel dilekler tatlı rüyalar dileyerek kapadık telefonları. Dost. Kardeşim o benim. 8.yılın içersindeyiz. Meleğim benim. Dert ortağım, sırdaşım. Zıt kutupların mükemmel uyumu bizdeki...  Sen hep benimle kal. Kedili teyzeler olarak yaşlanmak istiyorum seninle. Hişt sarışın ! ;)

                                                                                      Melis ŞAHİN

1 Kasım 2014 Cumartesi

Kader ve gelecek...

Ucu açık bir konu olmuştur hep "kader". Nice tartışmalar yapılmıştır üstüne. Düşüncelerimiz için ne çok kırmışızdır insanları, bazen ise ne çok kırılmışızdır. Ben hep bu konudaki zıt düşüncelerin orta yolunda kalmışımdır. Ne herşey Allah'ın elinde deyip çaresiz yaşamayı tercih etmişimdir ne de herşey benim elimde deyip sağa sola atlamışımdır. Bana göre bazı şeyler insanın kendi elindedir. Kaderinde seninde payın vardır hemde her zaman. Ben Allah'ın bize her zaman iki seçenek sunduğunu ve aldığımız karardan sonra kaderimizin geri kalanının ona göre şekillenip devam ettiğini düşünürüm. Hayatta hep iki seçenek vardır. Şimdi gözüne mükemmel görünen bir karar belki ilerde kaderini çok şiddetli bir biçimde kötüye sürükleyecek ya da şimdi kötü gelen bir kararı keşke alsaydım, yapsaydım diye hayıflanıp hayatının geri kalanını vazgeçtiklerin için üzülüp duracaksın. Ama tam tersi de olabilir. Hayat seçtiklerin ile mükemmel olabilir ve pişmanlıkların olmaz.
İnsan oğlu meraklıdır. Öğrenmek ister hep ilerisini. Bilebilsek, ona göre davransak keşke bilsek de daha iyi hale getirebilsek geleceği.
Aslında körü körüne herşey Allah'ın elinde diyen insan bile kurar yarının planını; şunu yapacağım, bu bitince bu olacak, sonra buna geçeceğim falan... geleceği kesinleştirme, olacağına inanma içgüdüsü hepimizde var :)
Denemek gerek bunu, kaderin yanına ek plan kurmak gerek. Belki çizdiğimiz yolda sağa sola şaşmaksızın yürüyüp, kendimize koyduğumuz her hedefi, kurduğumuz her hayali gerçekleştirebiliriz neden olmasın. Gelecek şaşırtsa bile insanı, getirdikleri çok güzel... :)

                                                                                                      Melis ŞAHİN

Varsın, yoksun..

Gün içinde bir sürü insanla konuşursun. Bazıları sana diğerlerinden daha yakın olur. Her biri seni bambaşka tanır, farklı tasvir eder, her birinin gözleri farklı bakar ; sana, gözlerinin içine.
Şeker kız bulan da olur seni evimizin kızı modu, bazıları ise asi. An geliyor hissetmiyorlar mesafeni bazen aynı kişiden gelgitlerinin yüzüme çarpmışlığı var lafını bile duyabiliyorsun. Duvarlarını hissediyorum Melis, seninle konuşuyorum ama duvarlarını hissediyorum.
Ne kadar tuhaf. Sen ise kendini basit görürsün sıradan bir insan. Onlar söylemese fark etmezsin bile ne olduğunu insanlara neler yaptığını. İnsanlara neler kattığını bilemezsin... Hayatından onların hayatlarına neler aktardığını kestiremezsin. Kestiremiyorum, sadece yaşıyorum hayatımı. Sakin, hareketli... Onlara öğretirken kendinde öğrenirsin istemeden, yine fark etmeden.
Her insan öyle değil midir? Fark eder mi insanlar, neler kattıklarını neleri değiştirdiklerini? Egoları tavan değilse hayır :)
Her bireyin belki de bir geliş amacı vardır hayata. En azından ben öyle düşünüyorum. Varsam birilerinin hayatında sıfatım hiç önemli değil; doğrudan ya da dolaylı yoldan birşeyler öğretiyorum onlara. Ya kalıyorum hayatlarında ya da çıkıp gidiyorum. Hayatın dengesi bu belki de. Bazen olursun bazen gidersin. Bir varmışım bir yokmuşum... Bu kadar basit.

                                                                                                Melis ŞAHİN

                 
                                                                                                                   

27 Ekim 2014 Pazartesi

hala..

Ya bu insana bu mevzuda hayranım. bak yine işte aynısını yaptı. kafamdakileri okudu döktü ortaya ve dedi ki "bir insan bana göre 1 kere aşık olur hayatı boyunca sadece bir kere tabi gerçek aşksa, çünkü aşk mükemmelliyetcidir en uç noktadır." evet öyle. zirveye çıktıysan bir kere aşağıdakiler pek mutlu etmez seni...
Zirveye kimle çıkacağımızı seçemiyoruz. Ansızın doluyor içimize o karabasan...
Bazıları zirveleri yok sayar. Hiç yaşanmamış gibi, olmamış gibi, dokunmamış gibi... Hiç söylememiş gibi bazen gözlerini kaçırarak arkalarına bakmadan yürümeye devam eder. Sordum yine o insana ne yapmamız gerek, "seven insan gider mi?" dedi. O zaman aklıma işte o söz geldi: "Beni seven insanlar var, beni sevdiğini söyleyen insanlar var."
Evet durduraksızsa aşkın odak noktası bambaşka olur insanın. Herkes sevemez, sevdiğini sanırsın birde dönüp var olan duruma bakarsın ve dersin ki ben seviyor muyum? Bence bunu sormalısın. Kendinde Boşluklar Yaratmışsın.
Bir dön bak oraya? Atıyor muyum gümbür gümbür hala...

                                                                                                           Melis ŞAHİN



24 Ekim 2014 Cuma

İncir Reçeli 2

          Kongreyi yarıda bırakıp kendimizi sinemada bulduk. "İncir reçeli2" merak konumuzdu ilk çıktığından beri. Ancak tek kelime ile benim için fiyaskoydu. Yanımdaki arkadaşım ne kadar etkilense de bende birinci filmin yarattığı etkiyi vermedi. Birincisini 3 kere izledim. 3 kere ağladım. Ya bunda insanın hiç mi gözleri dolmaz ya zerre dolmadı. Aksine kızdım. Arkadaşımla ikimiz ilişkilerimizde benzer durumları yaşamış olsak bile ciddi derece de filme verdiğimiz tepkiler bambaşkaydı. Nitekim bu filmde de tesadüfler peşimi bırakmadı. Kendimden bir parça bulmasam şaşarım.
          Beğendiğim yanları olmadı mı tabiki de oldu. İlk başta Gizem. Tuttuğunu koparan asi yapısı, inatçı tavrı adamı çekip çevirmeye yetti, kendine katmaya yetti. Replikler aynı şekilde öyle. Resmen ses kaydı yapmak istedim o an.
"herkesin bir hikayesi vardır. kimi kağıda yazar hikayesini kimi etine. kağıt yanınca et gömülünce biter hikaye" bu repliği çek istediğin yere... ölünce sevmek biter mi, yeni birini sevmek kolay mı? bu kafada filmi izledim resmen hem hoşuma gitti replik ince düşününce darmadağın oldu aklımda.
Ölmek eylemi. bir insan nasıl ölür? ölmesi için illaki toprağa mı gömülmesi gerekir?

"onu 40 yıl beklersin ve hayat bazen özür dileyecek 5 saniyeyi çok görür sana  " deyip herşeye herkese geç kalmak mı lazım? Bazen insanların birşeyleri anlayabilmeleri için geç kalmaları ya da sonsuza dek kaybetmeleri gerekir.

"zaten eksiğiz, ne kadar azalabiliriz" deyip yaramıza yarası eş birini mi bulmak gerek? Ya da başkalarının sözlerinde gözlerinde öleni mi aramak gerek?

"en çok arkadaşlar acıtır... daha fazla kanamasın diye ellerini yaraya her bastıklarında acıtırlar" Belki de arkadaş dediğimizi sevmeye başlamalıyız. Nitekim bu repliğin geçtiği sahne bunu verdi bize. Arkadaştan sevgili olurmuş. Bunu yapacak çok insan tanıyorum. Önemli olan belki de şu ortada dolaşan mutlak güven duygusudur...

Kendime ders çıkarmalı mıyım şimdi o filmden? Bir insan aynı anda iki kişiyi sevebilir mi? Benimle aynı şeyleri yaşamış bir insanı mı hayatıma katmalıyım... Yarama yarası denk olan birini mi... Şimdi Metin, Gizem ile huzura mı erdi yoksa kendine yara bandı mı yaptı? Yoksa Duygu'yu mu yaşatıyor?

Bana göre seviyorsan birini, ister toprağın altında olsun ister yeryüzünde isterse cehennemin dibinde seviyorsan tek o vardır. Bu film sadece saçmalamış...
                                                                                                                       Melis ŞAHİN


23 Ekim 2014 Perşembe

I.Ulusal Ticaret Kongresi I.Gün

                                                                                                                                  23 Ekim 2014
          Bana Swarmda ilk check-inimi attıran güzel bir kongre güzel bir gündü. I. Uluslararası Ticaret Kongresi... Arkadaşımın ısrarı üzerine katıldım, sabahın erken saatlerinde sadece bu kongre için yollara düştük ama günün sonunda sadece bir tatlı yorgunluk vardı...
          Zeliha Tolunay Uygulamalı Teknoloji ve İşletmecilik Yüksekokulu olarak arkadaşlarımızın düzenlediği ilk olmayı amaçlayarak yola çıktığı ikinci etkinlik. Birincisi I.Ulusal Yönetim Bilişim Zirvesi idi. Türkiye'deki onlarca üniversiteye, öğrenciye ev sahipliği yaptık. Yine bugün aynı başarıyı hatta daha fazlasını gösterdik. Yönetim Bilişim Sistemleri öğrencisi olmama rağmen katılmakta fayda gördüm.  Valimiz Hasan Kürklü, okulumuzun rektörü Mustafa Saatci, Sanayi İşbirliği ve Girişimcilik müdürü aynı zamanda rektör danışmanı olan hocamız Ahmet Sarıtaş, Gümrük ve Ticaret bakan yardımcısı Fatih Metin derken sıra o mükemmel bayana geldi. Opet Kurucu Yönetim Kurulu Üyesi Nurten Öztürk...


          Dün akşam kongrenin program listesine baktığımda dikkatimi çeken ilk kişi olmuştu kendileri. Hem Opet Kurucu Yönetim Kurulu Üyesi olması ama en çokta 2007 yılında "Yılın İş Kadını" ödülü almış olması merakımı cekmişti. Kendisi hakkında, yaptıkları hakkında çok şey öğrenmiş oldum. Opetin ilk Türk akaryakıt şirketi olduğunu öğrendim. İsme bakılınca hiç aklınızdan geçmezdi değil mi böyle birşey... Kendisi ve eşi Fikret Öztürk ile kurmuşlar 1992 yılında başlamışlar bu işe, ikisi aynı zamanda öğretmenlermiş. Nurten Hanımın öğretmen kökenli olmasının konuşmasına, öğrencilere yaklaşımına yansıdığını hissettik. Londra'da açtıkları ilk Opet akaryakıt bürosundan sonra Koç Holding ile birleşerek bugünlere gelmişler. Nurten Hanımın Atatürk Havaalanında yaşadıgı bir olay "Temiz Tuvalet Kampanyası"nın başlangıcını oluşturmuş. Bu kampanya hakkında bir sürü öğretici niteliği taşıyan kısa filmler bu kampanyanın çok ufak bir kısmı.

Bunun haricinde "Yeşil Yol Projesi, Örnek Köy Projesi ve Tarihe Saygı Projesi" nin fikir lideri ve yöneticidir. Anlattığında etkilendiğim diğer proje ise "Tarihe Saygı Projesi" Gelibolu Yarımadasındaki Köyler, Tarihi alanlar, Milli parklar restore edilip yenilenmiş. Bazı hukuki sorunlar çıksa da bu güzel süreçte çözüme kavuşmuş. Gelibolu yarımadası ayrı bir değer kazanmış. Bize izlettirdikleri kısa film o kadar etkiledi ki beni. O filmi bulamadım ancak kısaca gösterilmiş bir videosunu sizinle paylaşmak istiyorum.
Tarihe Saygı Projesi..
Kendisinde azmin, kararlılığın ve ülkesini sevmenin bir insanı nelere sevkedebileceğini gördük... Bize Örnek olması dileğiyle...

Arkadaşlarımı ve beni etkileyen diğer konuşması... Erbakan Malkoç. Dizayn VIP Yönetim Kurulu Başkanı.
          "Bazen söylemler yetmez, eylemler gerekir" dedi ve ben orada başladım yazmaya. O bu kadar ününe ve yaptığı büyük işlere rağmen sıcak kanlı Anadolu insanı. Kendisi aslen Ardahanlı. Annesi, babası ve ablasını kaybedince küçük yaşta Istanbul'a abilerinin yanına göç etmek zorunda kalmış. Küçük yaşta olmasına rağmen çalışmak zorunda olduğunun farkındaymış ve abisinin ne olmak istersin demesiyle cevabı patlatmış. Tamirci Çırağı. Babası at arabası ile köye giderken yoldan geçen tek tük otomobilleri görüp düşünürmüş bunlar nasıl çalışıyor nasıl yapılıyor. Kısaca otomobil aşığı bir insan.
          Türk olarak övündüm onun anlattıklarıyla yaptıklarıyla... "En iyi otomobil dizayn" ödülünü  Amerikalıların elinden alıp ülkesin getirmiş insan. Diyor ki "ben otomobil dizaynında olanla değil olmayanla ilgileniyorum" hayallerindekini 110 kişilik ekibi ile yaratıyor. Arge sistemi mükemmel. Erbakan bey bir sistem geliştirmiş diyor ki "Çin'deki aracımı Türkiye'den telefonla kontrol edebiliyorum" bu bahsettiği teknolojilerinden sadece ve sadece birisi... Hayal gücünü fazla zorluyor. "Hayali olmayan insan kendine hedef koyamaz" diyor. Ne kadar haklı. Kendisi ilkokul mezunu ama dünyanın en iyi otomobil tasarımcısı.
          Mevzu bahis ülkesi olduğunda despot, kararlı, kendinden emin yapısı ortaya çıkıyor hem söyledikleri ile hemde o sesindeki tonla vurguyla. Ben Avrupa'dan arabayı alırrrr.. yaptı sesi yükseldi sonra a dan z ye değiştirir beş katına onlara satarım dedi. Ona bu hedeflediği konuma gelene kadar aşırı derece de önyargılı davranmışlar, çok zorlukla karşılaşmış. İşlerine, araba dizaynına engel olunduğu için Almanya'ya gerekli belgeleri almaya gitmiş. Ve %100 kusursuzluk belgesi alıp Avrupa'nın kapılarını ardına kadar açmış. Avrupa'nın "en iyi tasarımcı", katıldığı fuarlardan "En iyi tasarımcı şirket" ödülünü almış Türk. Bu sadece ödüllerinden bir kaçı... Googlenin Teknoloji başkasınından ödülünü alırken "Ben daha önce hiç böyle tasarım otomobil görmedim" lafını işitmiş insan. Araba tasarladığı kişilerden biri ise Kral Abdullah. Çok sayıda belge ve dökümana internetten ulaşabilirsiniz. Sadece ben değil salondaki herkesin hayran kaldığı ikinci kişi oldu bugün. Ve son olarak onunla ilgili aklımda kalan "başarının gerçek manası zorluklara karşı göğüs germektir."....
          Beni konuşması ile etkileyen işte bu mükemmel iki insan oldu. Sürç-i lisan ettiysem affola...

                                                                                                                        Melis ŞAHİN


21 Ekim 2014 Salı

Ne işiniz var?

Ben hep ne yaşatırsan yaşarsın mantığı ile yaşadım kendi hayatimi ve hep gördüm az çok yaptığım yanlışların bana daha büyük yanlış, yaptığım doğruların daha büyük mutluluk getirdiğini. Ve geçmişten ders almayi tercih ettim hep hatta daha temkinli olmayi. Insan bazen dönüp içine bakabilmeli, hayatini yaşadıklarını mukayese edebilmeli. Terbiyesiz olmamali hic bir zaman gercekci dobra olmali ama terbiyesiz asla. En önemlisi yüzsüz olmamalı insan. Yaşadıklarını bile bile tenezzül etmemeli yerdekine... Kim oldugu sıfatı hiç mühim degil. Ağızdan çıkan cumleler önemli. Beni uzenlerle bir olup kuyumu kazanlar... benim kötü günümde yanimda olmayanlar... Ne işiniz var hayatımda?

20 Ekim 2014 Pazartesi

Herkes olduğu yerde...

          Gecenlerde bir arkadaşla konuşuyorduk. Malum konu "ilişkilere" geldik. En uzun ilişkisi 8 ay sürmüş. Çok dikkatimi çekti peki "bu sekiz ay beraber olduğun kızı sevmedin mi?" dedim. "Sevdim ama aşık olmadım. Sevgiyle aşk apayrı. Herkesi sevebilirsin ama aşık oldugun zaman taparsın. Sevginin bir tık yukarısı da aşk oluyor bana göre dedi." aynen cümle bu. Sanki aklımdan geçenleri döküverdi birden... hemde  bir erkekten bunları duymak daha şaşırtıcıydı. hoşuma gitti.

          İnsan bazen sormak istiyor su erkeklere "taparcasına sevdiğiniz bir kadın" oldu mu? Ya siz gerçekten "aşık" oldunuz mu? Cevapların çoğu istisnasız "hayır" olacağından eminim. Cesaret edemiyorlar ya da cesaret edip batıp boğuluyorlar. Bazıları hoşlantıyı aşk sanıyor, en ufak bir kıpırtıda aa aşık oldum diyor. Ya söylesene kalbin gümbür gümbür çarpıyor mu? onu görmek sesini duymak... Bir şarkı, bir söz, bir resim onunla ilgili ne varsa aklına hücum edip deli edebiliyor mu seni? Bir erkek bunu yaşayabiliyor mu? Ve bir kadın sizde bütün kadınları yok edebilip silebiliyor mu, hem manen hem madden?

          Herkes olduğu yerde kalmalı. Aşk bu kadar kolayken bunu bile beceremiyorsak evet aşkın ardına saklanan, beraberinde gelecek o yükleri kaldıramaz bu bedenler...

                                                                                                                            Melis ŞAHİN

17 Ekim 2014 Cuma

Günümüzün ilişkileri...

        Artık su günümüzün "aşk"larından sıkılır oldum. Kim kiminle belli değil. Görsen herkes asık, herkes ölüyor birbirine ve kimse hiç ama hiç ayrılmayacak. Yalan!!! kulaklı kuyruklu yalan canım... Eski bir kız arkadaşım. Uzun süreli bir ilişkisi vardı, yaklaşık 4 yıla yakın. İlişkisi sırasında kanka deyip sevgilisine savunduğu çocukla sevgilisinden ayrıldıktan birkaç ay sonra bir ilişkiye başladılar ve evet evet o "muhteşem kanka" ile. Başka bir arkadaşım daha sevgilisi ile ayrılıyorlar ve o kişide malum "kanka" ile çıkmaya başlıyor. Neden bu hikayeler bu denli birbirlerine benzer. Evet millet bas bas sevgilisine karşı savunduğu malum kankalarıyla ilişkilerini farklı bir boyuta taşıyıp "sevgili" sıfatına sokuyorlar. Yazık !! Sevimsiz!!

        Bundan bir kaç gün önce arkadaşlarımla dışarıdayım, oturuyoruz. Bir çocuk önümüzden geçiyor sürekli. Kafamı kaldırdım, baktığını fark ettim hatta birkaç defa yakaladım. Sonra çocuk sevgilisi ile çıkageldi ne kadar acınası. Sen gel, geç, gezin, boy göster sevgilin yanında olunca sümsük ol :D  kızı uyarasım bile geldi...

        Millet hakkını veremiyorsa bu gönül işlerinin niye girer ki içine... gözün gönlün dışarda geziyorsa kendini birine bağlamak niye... Her yiğidin harcı değil sevmek. Gözünle, ruhunla, bedeninle sevemeyeceksen niye böyle bir başlangıç yaparsın ki... İnsan kendini tanımaz mı?

M.Ş


12 Ekim 2014 Pazar

bazen merak duygumun benliğimi aştığını benden bağımsız hareket ettiğini düşünüyorum sanki her merak uyandıran bir soru işaretinde benliğimden sıyrılıp benimle savaş içersine giriyor. her seferinde bu savaşı kazanan o oluyor. neden bilmiyorum her zaman bir hilesi var. bugüne kadar bir zararını görmedim aksine her defasında daha da büyüyor içimdeki, daha çok şey öğretiyor bana. Gerçekleri bir bir seriyor önüme . iyi ki var...

Melis ŞAHİN

Piremses :)

İlişkiler karmaşık döngüler, benzer şemalar ve görünmez terazisi bulunan derin yapılardır. Değişen toplum koşulları, ahlak ve etik değerlerl...